Ernst Jünger'in Richard Bie'nin Revolution um Karl Marx adlı kitabının incelemesi.
Siyasal oluşum milliyetçiliğin ilk değil, son aşamasıdır; Bu, inşası mümkün olmayan ancak büyümeye bağlı bir olgunun sonucudur. Milliyetçiliğin başlangıcı, bir partinin kurulmasıyla ya da eski unsurların karıştırılıp yeniden düzenlendiği kapalı bir programla belirlenmez. Aksine bu başlangıç, hayatın narin gücünü içinde barındıran bir tohuma benzer: gıdasını mekanikten değil, tamamen organikten alır; biçimini inşa yoluyla değil, dönüşüm aracılığıyla kazanır.
Mücadele, hayatın kanunudur; yeni dünya görüşü sadece bu mücadelenin gerçekleştiği cepheleri değiştirir. Yeni nesil eski husumetlerle ilgilenmez; kendi cephesinden çıkıp babalarının çatışmalarını bambaşka, beklenmedik bir yönden gelen bir hareketle yarıp geçer.
Böylece sosyalizm ile milliyetçilik arasındaki husumet, günümüzdeki güçler aracılığıyla açığa çıkmış oldu. Bu karşıtlık, yalnızca Karl Marx’tan etkilenmiş partilerin programlarında önemli bir unsur olarak yaşamakla kalmadı. Aynı zamanda işçilerin ülkenin ekonomik ve siyasal kararlarındaki söz haklarının azlığında da kendini gösteriyordu.
Savaşın patlak vermesi bu alanda da değişimleri başlattı. Birkaç belirleyici gün içinde işçilerin siyasi temsiliyetinin uluslararasılaştırılmasının aslında ne olduğu oraya çıktı: hayatın gerçekleri karşısında var olamayacak, tamamen hayali ama yaratıcı bir talep. On yıllar boyunca Sosyal Demokrasi savaşı teoride reddetmişti ama gerekli olduğu gün onu pratikte benimsedi. Görüldü ki, Alman işçisi için ekonomik bağlardan daha güçlü bağlar da varmış.
Bir ulusun, sadece bir nesilde ender rastlanacak bir güç haline geldiğine tanık olduk. Bu tanıklık, bu doğrudan yaşantı, gelecekteki çalışmamıza yön vermesi gereken en önemli, en şaşmaz derstir. Mesele savaş ya da savaş olasılığı değildir; mesele, hayatı yapay kanallarından kurtarıp, onu tam ve güçlü bir etkililik akışına dönüştürmektir.
O zamandan bu yana çok şey değişmiş olsa bile bu bizi ilgilendirmez. Biz bu okulda iyice eğitildik ama belki de babalarımız bu okula dönmek için artık çok yaşlıydı. Eğer bugün halkın ulusal ve sosyal güçleri yeniden karşı karşıya gelmişse bu, bize göre ulusun temelindeki bir dengesizlik değil, ateş ve kanla ortadan kaldırılması gereken bir örgütlenme bozukluğudur. Bu durum, hem halkın hem de işçilerin artık geçerliliğini yitirmiş temsilciler tarafından temsil edildiğini gösterir.
Bizim için sosyalizm ile milliyetçilik arasında bir çelişki yoktur; bunlar biri dahili biri harici olmak üzere aynı gücün iki görünümüdür ve biri olmadan diğeri düşünülemez. Taraflardan birine taviz vermeye çalışanlar ya da içsel olarak bölünmüş olanlar bizim tutumumuzu henüz kavrayamamışlardır çünkü her iki taraftaki en büyük kararlılık bile ortak bir yolu mümkün kılar. Toplumsal olan ile ulusal olan arasında ayrım yapanlara saflarımızda yer yoktur ve bu duruş, çeşitli kamplardan gelen militan topluluğumuzu vatansever ya da özgürlükçü sloganlarla beslenen tüm diğer oluşumlardan açık biçimde ayırır.
Bu bağlamda, Richard Bie’nin yazdığı Revolution um Karl Marx adlı kitabı memnuniyetle karşılamalıyız zira yazar, tarihsel gerçeklere yönelik aynı derecede sıkıcı ve gereksiz hakaretlerden bizi kurtarıyor. Burada Karl Marx’ın imgesi, milliyetçi bir bakış açısından tam anlamıyla değerlendirilmiş ve ne hayranlık ne de nefret içeren bir mesafeden incelenmiştir. Bu denli etkili bir doktrini duygusal argümanlarla reddetmek, Napolyon’un başarısızlığını vatansever gerekçelerle açıklamaya çalışmak kadar gülünç olurdu.
Bunun yerine Bie, Marx’ı döneminin siyasal, ekonomik ve ideolojik çerçevesi içinde ele alır. Onu bir tabu haline getirmekten uzak durarak, özellikle Engels’le dostluğu, evliliği ve ömrü boyunca verdiği –gerçekten askerce bir fedakarlıkla yürüttüğü– fikir mücadelesi bağlamında insani yönünü ortaya koyma fırsatlarını değerlendirir.
Bu kitabın değeri, yaşam ve olguların mekanik ve organik bir anlayışı arasındaki keskin ayrımda yatmaktadır. Bu, Karl Marx’ın devrimi ile bizim devrimimiz arasındaki farkı ortaya koymanın en iyi yoludur. Marx, çağının ve o çağın başlıca mekanik, rasyonalist ve materyalist akımlarının bir temsilcisiydi. Zaman onun lehine çalıştı – tıpkı gelecekte onun aleyhine çalışacağı gibi. Bu nedenle onun ekonomik eleştirisine karşı bir karşı-eleştiri geliştirmek anlamsızdır. Emek, ancak gerçekten yaşayan bir devlette canlanabilir. Ancak bir metadan fazlası olan, daha derin bir yaşama sahip olan, daha büyük haklarla ve daha ağır sorumluluklarla başa çıkmayı bilen emek, bizim için anlam taşır.
Emeğin bu organik tamamlanışı, görevlerden daha zengin, aynı zamanda daha doyurucu bir devlet fikri –ki çabalarımızın yönelmesi gereken hedef budur– Bie tarafından, üzerine hiçbir şey eklenmesine gerek olmayan son derece dikkate değer bir sonuçla sunulmuştur:
“Bir kez daha ulus adına heyecan duyma fırsatına sahibiz. İmparatorların ve papaların, kralların ve düklerin, burjuvaların ve tüccarların temelleri yavaş yavaş yıkılıyor. Ancak yeryüzündeki tüm kaynakların ve tüm sanayi faaliyetlerinin devasa iş birliği, gücün ortak kullanımı, başarılarla duyulan ortak gurur ulusal bir duygu içinde birleşip ulusal ve toplumsal bir karara dönüştüğünde; nesneler artık kavgamızın ve ekonomik zayıflığımızın efendisi olmaktan çıkıp insan yargısına ve ekonomiye bağlı hale geldiğinde; bize mekan ve emek hakkıyla savunduğumuz bir güç verdiğinde – işte o zaman insanlık alanında ekonominin özgürleşmesi, ulusal siyasetin inşası ve Üçüncü Reich’ımızın barışı gelecektir.”
Widerstand, Mayıs 1929
Yazar: Ernst Jünger
Çevirmen:
Editör: Fahri Tüfenktürk