Trump’ın seçimi kazanmasının ardından ona veya Pence’e büyü yapmaya çalışan solcu Cadı Meclisleri vardı. Öte yandan, Himmler LARP’ı yapan alt-right büyücüler ise insanlara gülümser ve neşeli bir biçimde “Yule Bayramı’nız kutlu olsun!” ve benzeri şeyler diliyorlar. Noel’in aslında Cermen bayramı olduğunu ve sadece Bizim Halkımıza ait olduğunu bilmiyor muydun? Bir çoğunuzun Ted Kaczynski’yi sevdiğini biliyorum; şahsen kendisini derinlemesine incelemedim ama çağımızın paganlarıyla dalga geçtiğini düşünüyorum. Rol yapmak dışında inanıyorlarmış gibi durmuyor ve bunda da pek iyi oldukları söylenemez. Biri –ya da kendisi miydi?– hepsinin sadece kibar, hoş ve evcimen dişi tanrıları sevdiğini söylemişti. Peki ya KAN ve KURBAN isteyen eril tanrılar veya iblisler? Tıpkı daha önce bahsettiğim Karpokratianlar1 gibi: Bunları kamusal alanda destekleyip yaymaya çalışırsanız çabucak federaller tarafından ezilirsiniz, tıpkı korku dolu tanrılarını evcilleştirip new age kişisel yardım zımbırtılarına dönüştürüp yumuşatmış “kafeinsiz” Satanistler gibi. Yani günümüzde anlaşıldığı şekliyle neopaganizm, birçok kişiye ya şaka gibi geliyor ya da bir utanç kaynağı gibi.
Alex Jones’un ve diğerlerinin teorilerini biliyorum; hepimiz bunların doğru olmasını istiyoruz... En azından, cinsi sapkınlıklarla bezeli, çocuk yiyen gerçek Satanistlerden oluşan uluslararası bir komplonun bizi soyduğunu düşünmek, gerçekte gördüklerimizden daha gurur kırıcı değil. Amerika ve Avrupa’daki kalıcı devletleri yöneten cinsiyetsiz herifçioğulları... Mutlaka arkalarında daha korkunç bir güç vardır, öyle değil mi? Ama ya yoksa? Ya binlerce yıllık bir pagan komplosu yoksa da yalnızca gri ve bej renkli altinsan türü varsa? Yüzyıllarca Hıristiyanlık tarafından itaat için yetiştirilmiş, tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi… Ya bu kasvetli ateist moloz yığını aslında tarihsel Hıristiyanlığın kalıntısıysa ve gerilemesinden kalan şey bu sıçan benzeri varlıklarsa?
Bu konuda, günümüzün inançlı Hıristiyanlarının neopaganlarla karşılaştırıldığında grup olarak gurur duyacak pek bir şeyi yok. Ben papa lalesinin (sansürlenmiştir E.N.) kendi dininin hakikatine gerçekten inandığını sanmıyorum: o kırmızı ayakkabıları giymeyi reddediyor – şehit olmaya hazır olduğunun, yani imanının kesinliğinin işareti olan kırmızı ayakkabılar. Eh, zaten o bir Cizvit. Lütherciler ve pek çok Protestan kilisesi de aynı derecede yozlaşmış; Anglikan kiliseleri ise Hindistan dansları gibi gösteriler için LGBT topluluk merkezlerinden başka bir şey değil. İsa’nın aciz, modern, liberal (sansürlenmiştir E.N.) bir pasifist olduğu ve Hıristiyanlığın manevi açıdan “soylu” bir teslimiyetçilik (sansürlenmiştir E.N.)
olduğu hikâyesini oynamak, neopaganlardan daha mı az utanç verici? İnternetteki “Tradisyonalist Katolik” tayfası arasında da en az neopaganlar kadar utanç verici rol kesiciler ve aktif federaller var. Birçoğunuz Ortodoks kilisesinden her zaman devlete boyun eğdiğini bilmeden umutlu: Eğer bir gün Rusya’da rejim değişirse (küreselcilerin istediği gibi), kilise de inançlarını değiştirir.
Bu yazıyı okuyan pek çok aşırı sağcı Yahudi için, dininizin ve Yahudi ulusunun bir bütün olarak Kevin MacDonald2 takipçilerinin iddia ettiğinden daha da yozlaşmış olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Reform mezhebi bir eşcinsel sosyal kulübünden ibaret, Muhafazakâr akımın başındaki kişi ise eğer anal seks yoksa eşcinsel olmanın sorun olmadığını ilan etti (kızı da lezbiyen zaten). Ortodoks çıtırlar evlilikten önce zenci erkeklerle sikiş döndürebileceklerini düşünüyorlar; çünkü kurallarda bir sürü boşluk var. Şu anda tek umudunuz Haredilerde, tıpkı Hıristiyanlar için Amişler, Mennonitler ve benzeri münzevi topluluklarda olduğu gibi. Ama Ron Unz3, İsrail Şahak’ın4 iddialarını doğrulatmak için bir öğrenci tuttuğunu ve bunların doğru çıktığını söylüyor: Bu insanlar gerçekten çok tanrılı ibadet ediyor ve büyü yapıyorlarmış. Yani belki de aslında gerçek paganlar onlardır.
Peki ya sonra? Tüm bu modern mezheplerin karmaşası ve yozlaşması içinde, eski paganizm ve neopaganizm hakkında kısaca bir açıklama yapacağım, böylece gerçek şeyi, çeşitlerini hatta çevremizde ve internette gördüğünüz utanç verici şeylerden farklı olduğunu görebilesiniz.
Hakkındaki tüm şakalara rağmen, Batı’nın yeniden dirilişini arayan ya da yeni bir yol arayan birçok insanı –özellikle sağ cenahtan– bu konuya çeken bir neden var. Tarih boyunca belirli dönemlerde bu, gerçek ve ışıldayan bir biçimde geri geliyor... yani... bu hiçbir zaman tamamen bizi terk etmeyecek…
Gerçek ve güçlü türden neopaganizmin ruhani babası Nietzsche’dir. 20. yüzyılın ilk yarısında tüm Avrupa’da birçok takipçisi vardı. Onlar Nietzsche’nin söylediklerini anlamışlardı, oysa 1950 sonrası akademisyenler ve aptallar çoğunlukla anlamamış, aksine üzerini örtmeye çalışmışlardır. Günümüzde Dominique Venner5 gibi adamlar Nietzsche’nin ne dediğini anlamış, neopaganizmin anlamını ka vramışlardır. Yahudi olan ama Nietzscheci (o dönemde çoğu gibi) bir akademisyen olan Karl Löwith bir yerde neopaganizmin dışa dönük Nietzschecilik olduğunu söylemişti. Kendi döneminde bu gerçekten de böyleydi. Peki bu ne anlama geliyor?
Dominique Venner intihar mektubunda Homeros’a kadar uzanan Avrupa hafızamızdan bahseder. Bu hem onun hem de Nietzsche’nin kastettiği şeydir. Aynı zamanda eski Yunanlar için de bu anlama gelirdi: onlar Homeros’u geleneksel Hıristiyanların Kitab-ı Mukaddes’i kullandığı gibi kullanırlardı. Homeros ve onun Tunç Çağı’na dair kahramanca ve ışıldayan vizyonu, bu türden neopaganlar için bir umuttur. Böyle adamlar küçük ruhlu liberal demokrasi savunucularını, modern çağın manevi bezirganlarını, Son İnsan’ını6 ve kölesini reddederler. Antik çağın büyük adamlarına hayran kalırlar ve çeşitli dönemleri –Arkaik Yunan, Cumhuriyet dönemi Roma, imparatorluk dönemi Roma’nın bazı kısımlarını– insanlığın zirvesi olarak görürler. En yüksek insan örneklerinin ve en mutlu insan hayatının mümkün olduğu zamanlar... Caesar’a, İskender’e, Scipio’ya ve antik çağın tüm büyük kahramanlarına, hem tarihteki hem de Homeros’taki pek çoğuna nasıl hayran kalmasınlar ki! Peki, böyle bir hayat bugün nasıl mümkün olabilir? Belki de mümkündür. İşte bu onların rehberidir ve bu ideali kendi çağlarında yeniden diriltmek onların görevidir. Bu tür neopaganların en iyileri bilir ki, bu vizyonun tam anlamıyla yeniden canlanması imkansızdır, en azından doğrudan değil; bu yüzden kendi çağlarında ne mümkünse onu uyarlamaya çalışırlar. “Neopaganizm”in gerçek anlamı budur, ormanda “WOTAAAN” diye bağırmakla, kutsal bir bok parçasına tapma rolüne bürünmekle ya da buna benzer şeylerle hiçbir ilgisi yoktur; bunlar olsa olsa ara sıra süs ya da yapmacık bir gösteriştir. İlyada’daki Diomedes’in tanrısal ışıkla bir aslana dönüşerek yücelişini gördüğünde neopaganın sorusu şudur: Bu yüceliği kendi çağımızda nasıl yeniden yakalayabiliriz?
Bu “ahlaki-politik” neopaganizm diyebileceğimiz şeydir ve Batı’da uzuncana bir tarihi vardır, sadece modern bir fenomen değildir. O yüzden Rönesans başka ne olabilir ki? İnanmıyorsanız, Machiavelli’yi dinleyin:
Bu nedenle, eski zamanlarda insanların neden şimdiki zamanlardan daha fazla özgürlüğü sevdiklerini düşündüğümde, bunun insanların bugün daha az güçlü olmalarına yol açan aynı nedenden kaynaklandığını sanıyorum; bu da eski eğitimle bizim eğitimimiz arasındaki farktan, bu farkın da eski din ile bizim dinimiz arasındaki farktan kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü dinimiz hakikati ve doğru yaşam yolunu gösterdiğinden, dünyadaki şan ve şerefi daha az değerli görmemize neden olur; oysa Paganlar bunlara büyük değer verdiklerinden ve en yüce iyiliği bunlarda gördüklerinden, davranışlarında daha vahşi ve atak idiler. Bu, onların birçok kurumunda görülebilir; onların kurban törenlerinin görkemi, bizimkilerin alçakgönüllülüğüne kıyasla daha büyüktü; bizim törenlerimizde ise daha çok zarif bir gösteriş vardır, fakat şiddetli veya coşkulu davranışlar yoktur. Onların törenlerinde hem görkem ve ihtişam eksik değildi hem de törenlerde kanlı ve vahşi kurban eylemleri yer alırdı; birçok hayvanın öldürülmesi gibi korkunç manzaralar, insanları da bu eylemlere benzetirdi. Buna ek olarak, eski din yalnızca dünyevi şanı yüksek kişileri kutsardı; bunlar da ordu komutanları ve cumhuriyet prensleriydi. Bizim dinimiz ise alçakgönüllü ve tefekküre dalmış insanları yüceltmiş, eylem adamlarını değil. Ayrıca en yüce iyiliği alçakgönüllülükte, tevazuda ve dünyevi şeylerin küçümsenmesinde görür; öteki ise yüce ruhlulukta, bedensel güçte ve insanları çok cesur yapan tüm diğer şeylerde görür. Dinimiz de insanın içsel olarak güçlü olmasını gerektiriyorsa da, büyük işler başarmaktan ziyade acıya katlanma konusunda daha usta olmasını ister.
Daha başka benzer şeyler de söylüyor. (Tabii ki çağında Hıristiyanlığın “yanlış yorumlandığını”, bu yüzden gerçek Hıristiyanlığı çağının pratiğinden ayrı tutmak gerektiğini de söylüyor. Asıl eleştirisi rahip sınıfına ve rahip zihniyetine, yani dinin kendisine değil. Ama gerçekten buna inanıyor muydu yoksa tam anlamıyla Hellenizme kucak açacak cesareti mi yoktu, kim bilir?) Her halükarda Schopenhauer’un Giordano Bruno ve Spinoza örneklerini nasıl andığını görüyorsunuz; onun deyimiyle “Ganj Nehri kıyısında evi olan” bu adamlar –çağlarında yeniden doğmuş antik paganlar– kaba ve bağnaz rahipler tarafından hakarete uğramış, yakılmış veya zulmedilmişlerdir. Demek istediğim, Machiavelli ve Bruno gibi pek çok kişi, bu spektrumun çeşitli noktalarında, antik çağ ruhunun yeniden doğuşunu aradılar. Aphrodite’nin ve diğer tanrıların, tanrıçaların ve Homeros’un ve diğer Yunanların kahramanlarının tüm o resimleri ve heykelleri… bunun başka ne anlamı olabilir ki?
İşte gerçek neopaganizm budur, yani rol yapma veya kitsch diye aşağılanacak türden değil. Eğer gerçekten Wotan’dan ilham alıyorsan, Wagner ya da Botticelli olmaya çalış; doğrudan bağlantın olmayan ritüelleri taklit etmeye çalışma. Bu ışıltılı vizyonu uyandırabilecek, kahramanlığı ve güzelliği doğru biçimde yeniden canlandırabilecek olanlar büyük sanatçılardır.
Bu ahlaki-siyasi-sanatsal neopaganizme çoğu zaman bir tür felsefi neopaganizm eşlik eder. Bunun ilk örneklerini de antik Roma’da Hıristiyanlığa karşı tepki gösteren antik paganlarda görebilirsiniz. Bunun en çok bilinen ismi “Apostata” (Dinsiz) lakaplı İmparator Julianus’tur, ama başkaları da vardı. Julianus Hıristiyan olarak yetişmişti ama Roma ve Yunan’ın eski tanrılarına dönmek için bu yeni dini reddetmişti. Belki de “ilk” neopagan oydu. Fakat ilk haliyle o saf inanca hiçbir zaman gerçek anlamda dönemezdi. Bunun yerine, tanrıları felsefi açıdan yeniden yorumladı; onları çeşitli fiziksel fenomenlerin veya psikolojik durumların “sembolleri” olarak düşündü ya da “arketipler” olarak gördü. Tabii Jungcular ve Peterson gibi isimler de bunu farklı şekilde yapıyorlar.
Ben bu türden bir neopaganizmi pek sevmem. Ama seküler insanlara veya aslında inançlı Hıristiyanlara ve diğer din mensuplarına, pagan inancının felsefileştirilmiş veya psikolojikleştirilmiş bir versiyonunu “anlaşılır” ve “saygın” kılabilir. Bu tür neopaganizmi sevmememin nedeni, akıl yoluyla açıklamaya indirgenmesi ve bu yüzden antik bir pagan insanının yaşayabileceği estetik ve doğrudan deneyimi kaçırmamızdır; bu durumda ruhsal boyut tamamen kaybolur. Ayrıca bu yaklaşım, az önce sözünü ettiğim o güçlü ahlaki-siyasi yeniden doğuş idealinden de tamamen kopabilir. Gerçekten de Julianus, paganizmi devlet dini olarak yeniden tesis etmek için tam anlamıyla siyasi ve askerî gücü kullanmaya çalışmıştı. Yazılarını okursanız onun da aslında benim dediğim anlamda ahlaki-siyasi neopaganizme inandığını görürsünüz: Greko-Romen antik çağı büyük adamlarını ve generallerini över ve bunu Eski ve Yeni Ahit’in küçük adamları ve köleleriyle karşılaştırır. Fakat bu tanrıları akılla açıklama yaklaşımına gelirsek, bu “felsefi ve rasyonel neopaganizm” prensipte başka herhangi bir din veya siyasi düzenle uyumlu olabilir (tarihte de “tuhaflık” olarak öyle kalır). Modern liberal böcekadam bile bu sevimli vizyonu benimseyebilir. Tabii ki “Apollon” sadece düzen, ölçü ve özdenetimi temsil ediyor ve Kronos sadece “Zaman”ın gücü… ve böylece her şey dişsiz alegorilere ve sembollere indirgeniyor.
Böylece üç neopaganizm çabası görüyoruz: Birincisi, İmparator Julianus ve birkaç kişide başlayan en eski dalga. İkincisi, Rönesans’ın kendisi. Üçüncüsü, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Nietzsche ve birkaç kişiyi izleyen sanatçılar ve eylem adamları (aslında bu Nietzsche’den önce başlamıştı, Wagner’in müzikleri ve diğerleriyle; ama Nietzsche bunu patlattı). Üçünün de temelde ortak yanı, Homeros’un ahlaki vizyonunu yeniden canlandırmaya çalışan bir ahlaki-siyasi güç olması ve Arkaik ya da Klasik Yunan’ın o ışıltılı ve parlak sanatını veya pagan kahramanlığı, hızı ve eylemini temel alan yeni sanat formlarını canlandırma çabası olmasıdır. Elbette ciddi bir felsefi yönü de vardı; ama bu yön, tanrılara ve mitlere akıl yoluyla açıklama getirmek veya onları alegoriye yahut yaşam hikayelerine indirgemekle ilgili değildi. Hayır, Nietzsche ve diğerlerinin felsefi vizyonu zamanın döngüsel doğasını yeniden kurmaya, modern çürümeye yol açan eğilimlerden arınmış ilk madde ve düşünce fikirlerini bulmaya çalışıyordu. Yani yeniden saf doğayı keşfetmeye…
Bu modern çürüme kaygısının bir parçası olarak, sözünü ettiğim üç dönemdeki neopaganlar Hıristiyanlığa karşı büyük bir düşmanlık beslerler. Çünkü çevrelerinde gördükleri çürümeye karşı Hıristiyanlığın başka bir yol sunduğunu göremezler. Nietzsche ve Venner gibi birçok kişi Avrupa Hıristiyanlığına yükseliş döneminde büyük saygı duymuştur. Ama modern böcekadam bir anlamda Hıristiyanlığa galip gelmiştir; öte yandan tamamen onun zıddı da değildir, aksine onun soyundan gelmektedir. Ortaçağ Avrupası’nın askerî aristokrasisi, şövalyeler, Hıristiyandılar ama Venner, Nietzsche ve diğer pek çoklarının sürekli söylediği gibi, rahiplerle derin bir kavgaları vardı ki bu dinin yayılmasındaki rolleri pek rahatsız ediciydi. Hepimiz “Deus Vult” rolü yapmayı severiz. Ama Bartolomé de las Casas’ın Yeni Dünya’yı fetheden İspanyol şövalyelerine nasıl hakaret ettiğine bakın. Bu tavır çok yaygındı ve kral-kilise, şövalyelik-rahiplik çekişmesi “sporcular vs. inekler” meminden çok daha derine gidiyordu. Böylece birçok neopagan arasında Hıristiyanlığın aptalları, küçük ruhları, böcekadamları desteklediği hatta daha yüksek örnekleri yok etmek istediği duygusu vardır. İşte bu yüzden düşmanlık beslerler. Ama ben bu eski yolu dövüp durmak için burada değilim. Neopaganlar Hıristiyanlığı reddederler, fakat bunu ateist veya liberal gibi reddetmezler.
İşte bu son noktada bir tür uzlaşma zemini bulabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü Nietzsche ile Venner’in neopagan vizyonu hem sağın hem de gençliğin tamamını henüz fethetmiş olmamakla birlikte, erdem ve mükemmelliği savunan insanların çoğu hâlâ mümin Hıristiyan. Bu yüzden Yunan’ın yeniden doğuşunu isteyenlerin veya neopaganların, Hıristiyanlık karşıtı söylemi sürdürmelerinin aptallık olduğunu düşünüyorum. Öte yandan Hıristiyanların da neopaganları akraba ve ortak düşmana karşı bir müttefik olarak görmesi gerekir. Gerçek gelenekçi Katolikler, neopaganlar yerine ateistten, liberalden ve böcekadam’dan daha fazla nefret etmeyi öğrenmelidir.
Bunun içinde kişisel bir hikaye de var. Ben dindar bir ortamda büyümedim. Amerikalıların bunu anlaması zordur; çünkü özellikle ateistler bile çok güçlü bir dinsel ahlak anlayışıyla büyür. İnsan haklarına ve moralizmlerine fanatik bağlılıklarının kaynağını nereden bulduklarını bilmiyorum. Ama ben bunların hiçbirini görmedim. On üç yaşlarımda Platon ve başkalarını okumaya başladım, sonra da Nietzsche’yi. Ailemden dolayı Hıristiyanlıkla ilgili olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu taşımıyordum. Ona karşı tamamen kayıtsızdım ve teolojisi, fikirleri, imgelemleri bana hiç hitap etmedi. Nietzsche ile diğer yazarları okuduktan sonra Hıristiyanlık fikrine karşı bir düşmanlık hissettim. Fakat bu düşmanlık hiçbir zaman kişisel değildi. Daha sonra Nietzsche gibi veya onunla benzer fikirler taşıyan insanlarla tanıştığımda şoke oldum; bunların çoğu Yahudiydi ve çocukluktan beri Yahudi bir ortamda yetiştikleri için Hıristiyanlığa nefretle bakıyorlardı, yani bu onların etnik düşmanlığı ve aileden gelen bağnazlıklarının bir yansımasıydı. Bu gerçek ve nesnel bir fikir değildi, çocuklukta edinilen dar görüşlü bir önyargının devamıydı. Bu bana çok itici geldi ve kendimi bundan uzak tutmak istedim. Bu yüzden Hıristiyanlık karşıtlığına kişisel bir antipatim ve güvensizliğim var. Günümüzde de Hıristiyanlar Son İnsan tarafından saldırıya uğrarken, bence neopaganların bu saldırıya katılmaması çok önemli… ne düşünürsek düşünelim Son İnsan’ın tarihi kökeni hakkında.
Ayrıca Hıristiyanlığın Ortaçağ’da antik pagan estetiğini ve duyarlılığını büyük ölçüde koruduğu da doğrudur. Hatta bugün bile Katolik festivallerinde pagan festivallerin devamı vardır ve azizlere adanmış günler, onların kültleri, Akdeniz’de eski tanrılara yapılan bayramlara çok benzer; sıcak iklimin yaşamı kolaylaştırdığı yerlerde insanlar hayatı bu şekilde güzelleştirmeye vakit bulabiliyordu. Ayrıca inanç bir dereceye kadar esnektir ve en azından teoride yeniden yorumlanmaya açıktır.
Şimdi de “neopaganizmin” üçüncü bir türünden bahsetmek istiyorum; bu benim çok değer verdiğim bir tür ama bu tartışmalarda neredeyse hiç anılmaz. Belki de çok az insan buna erişebildiği için veya bir tarafça propagandası yapılamadığı için. Buna erişenler de çoğu zaman çok çekingen davranır, iyi sebeplerle. Ben fazla açık etmeyeceğim.
Buna doğanın ve şeylerin içinde gizli ruhların ve tanrıların olduğu masum bir sezgi diyebilirsiniz. Belki bu his, pagan sanatının yeniden doğuşunun da öncüsü olabilir, bilemiyorum. Ama bu, doğuştan gelen bir sezgi, doğal bir animizm. Kitabımda bunu kısaca tartışmaya çalışmıştım. Küçük bir çocukken bile gündüz hayallerimde çok canlı ve belirgin imgeler görürdüm. Benim gibi olan başkalarını da tanıyorum. Ayrıca hayvanların ve cansız nesnelerin içinde ruhların yaşadığı hissi de olurdu; bazılarına karşı saygı, bazılarının kötü muamele görmesine karşı bir acıma duygusu – Houellebecq’in bir paltolar sırasına acıma duygusundan bahsettiği gibi. Bu his, hiçbir rasyonel öğreti veya teorik ya da teolojik inanç tarafından bilgilendirilmiş değildir. Bu olayları açıklamak için yapılan her türlü yorumu kesinlikle reddettim çünkü bunların uymadığını gördüm. Bu yüzden biri ormana gidip Wotan’a ya da Hermes’e tapıyormuş gibi yaparsa bu bana aptalca veya saldırgan geliyor… ayrıca eski tanrılardan veya başka tanrılardan doğrudan birini görmüşlüğüm yok ki adını verebileyim. O tanrılar ölü ya da uykuda. Bu hissin günümüzde nasıl bir şey olduğunu görmek istiyorsan, biraz David Lynch izle. Bence bu hissin bizim çağımızdaki en saf ve masum biçimi budur: o sadece iblisleri gösterir ve onlara “bakın” der, onların kim olduklarını, ne istediklerini, nasıl tapınılacağını veya yatıştırılacağını bildiğini iddia etmez. Onlar da bizim için korkunç ve gerçeküstü görünür, hiç de beklediğin gibi değil.
Küçük bir çocukken bile bunlara benzer şeyler gördüm ve içlerinden birinin varlığını özellikle hissettim. Onun bir gün dünyaya büyük bir şov yaparak patlayacağını hissediyorum.
Ama eski paganizmin herhangi bir şekilde yeniden doğabilmesi için, gerçek paganların neye inandıkları ve neyi önemli gördükleri konusundaki uyduruk fikirleri bırakmak gerekir. Diocletianus Hıristiyanlığı ortadan kaldırmaya ikna edildiğinde, neden bunu yaptı? Çünkü Delphoi Kehaneti ona artık tanrıların yön veremediğini, artık cevap vermediğini söyledi: çünkü dünya çok fazla dinsizle dolmuştu. Sonra Mişima’yı ve bu doğal dinin nasıl çalıştığını gerçekten bilen diğer paganları okursanız, onların kehanetlere, falcılığa ve kuş uçuşuna nasıl büyük önem verdiklerini görürsünüz. Bu, Şinto’daki en yüksek ve kutsal ayinlerin de temeli olmuştur ve her doğal dinde böyledir. Dolayısıyla gerçek neopaganlar dini boyutu gerçekten istiyorlarsa, yapacakları ilk iş gerçek ve doğru çalışan bir kehanet kurumunu yeniden tesis etmek olmalıdır. Gerçek bir kahinlik müessesesi kurulmadan hiçbir yeni inanç sistemi gelişemez.
Daha sonra ruhlar ve tanrılar kendilerini gösterecektir, ama bunu asla beklediğiniz şekilde yapmayacaklar ve tanıdığınız isimlerle ortaya çıkmayacaklar. Kendileri işaretler verecek, tapınma şekillerini ve tapınmanın amacını ve anlamını onlar belirleyeceklerdir, siz değil.
Yazının orjinali: Old and New Paganism
Yazar: Bronze Age Pervert
Çevirmen: Mahakala
Editör: Fahri Tüfenktürk
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayın
MS 2. Ve 6. asırlar arasında Yunanistan’da var olmuş platonizm kökenli gnostizm topluluğu.
MS 2. Ve 6. asırlar arasında Yunanistan’da var olmuş platonizm kökenli gnostizm topluluğu.
Amerikalı muhafazakar fikir adamı.
Amerikalı muhafazakar fikir adamı.
Kudüs İbrani Üniversitesinde profesör.
Fransız yeni sağ akımından önemli bir isim.
(Almanca: Letzter Mensch) Nietzsche’nin “Üst İnsan”ın zıddı olarak gördüğü sembolik figür.