İvmecilik hakkındaki düşüncelerini netleştirmeye çalışan herkes çabuk olsa iyi olur. İşin doğası bu. Onlarca yıl önce kendi varlığını fark ettiğinde, takip edilemeyecek kadar hızlı bir şekilde modayı yakaladı. O zamandan beri hızını çok arttırdı.
İvmecilik dalga dalga gelmiş, yani ısrarcı bir şekilde veya tekrar tekrar gelmesiyle beraber her seferinde mücadelesini daha ivedi verecek kadar eski. Öngörüleri arasında, senin tutarlı bir şekilde mücadele etmek için fazla yavaş olacağının beklentisi de yer alıyor. Eğer yönelttiği soruyu yarım yamalak yanıtlarsanız –çünkü aceleci davran– muhtemelen berbat bir şekilde kaybedersin. Zor yahu. (Bu bağlamımda “sen” kelimesi “insanoğlunun görüşleri”nin taşıyıcısı anlamına geliyor.)
Doğası gereği, zaman baskısı üzerine düşünmek zor. Genellikle, zorunlu olarak uzun uzun düşünme fırsatı olduğu farz edilmediğinde, en azından –çok yüksek bir olasılıkla– bir değişkenden ziyade tarihsel bir sabit değer ile karıştırılıyor. Eğer düşünmek için zaman olduysa, hâlâ zaman olduğunu ve daima zaman olacağını düşünüyoruz. Karar verme üzerine ayrılan zamanın sistemli bir sıkışmaya maruz kalma olasılığı, değişim hızının artışına özellikle açık bir şekilde odaklananlar arasında bile çoğu kez hesaba katılmadan görmezden gelinmektedir.
Felsefi olarak ivmelenmeyle ilgili bu derin sorun aşkındır (transandantal). Bir mutlak ufku tarif eder – ve bu kapanmakta olan bir ufuktur. Düşünmek zaman alır ve ivmecilik, çoktan tükenmediyse, iyice düşünebileceğimiz zamanın tükendiğini öne sürer. Hiçbir çağdaş ikilem üzerine gerçekçi bir şekilde düşünülmüyor, ta ki bunu yapma fırsatının bile hızla çöktüğü fark edilene dek.
Eğer halk arasında ivmelenme hakkında bir konuşma başladıysa, çok geç kalmış olmanın tam vakti olduğuna dair bir kuşku mutlaka doğmalıdır. Konuyu ‘revaçta’ kılan derin kurumsal krizin merkezinde toplumsal karar verme yeteneğinin içe çöküşü yer almaktadır. Bu noktada ne yapılsa uzun sürecektir. Onun yerine yalnızca olaylar artarak gerçekleşiyor. Hatta travmatik bir düzeyde kontrolden çıkmış gibi görünüyorlar. Çünkü temel fenomen bir fren patlaması olduğundan ivmecilik tekrar gündeme geliyor.
İvmecilik karar uzayının içe çöküşünü dünyanın dışa patlamasına bağlar – yani modernliğe. O yüzden içe çöküş ile dışa patlama arasındaki kavramsal çatışmanın, aralarındaki gerçek (mekanik) bileşimi sekteye vuracak bir şey yapmayacağını belirtmemiz önemlidir. Termonükleer silahlar en bariz şekilde açıklayıcı örneklerini verebilir. Bir hidrojen bombası, atom bombasını tetik olarak kullanır. Bir fisyon reaksiyonu, bir füzyon reaksiyonunu harekete geçirir. Füzyon kütlesi, infilak süreci yoluyla ateşlenene dek ezilir. (Modernlik bir patlamadan ibarettir.)
Çoktandır sibernetik hakkında konuşuyoruz ki o da ısrarla dalgalar halinde dönüyor. Kükreyerek yükseliyor ve sonra moda hakkındaki anlamsız bir uğultuya karışıyor. Ta ki gelecek patlama dalgası vurana dek.
İvmecilik için can alıcı ibret buydu: Bir negatif geri bildirim devresi –buharlı makine regülatörü veya termostat gibi– bir sistem durumunu aynı noktada tutma işlevi görüyor. Ürün çıktısı Gilles Deleuze ve Félix Guattari gibi Fransız felsefi sibernetikçiler tarafından formülleştirildiği gibi yurtlanmadır. Negatif geri bildirim, bir süreci sapmaları düzeltip dengede tutar ve böylece sınırlı bir aralığın dışına çıkışı engeller. Dinamikler sabitliğin emri altında konulur – yüksek düzey bir durağanlık veya bir durumdur bu. Tüm karmaşık sistem ve süreçlerin istikrar modelleri bunun gibidir. Kendi kendini besleyen hata yapma eğilimi, göç veya kaçış olarak nitelendirilen aksi yönelime, Deleuze ve Guattari yersizyurtsuzlaşma şeklinde zarafetsiz ama etkili bir isim vermiştir. Yersizyurtsuzlaşma, ivmeciliğin gerçekten üzerine konuştuğu tek şeydi.
Toplumsal ve tarihsel açıdan yersizyurtsuzlaşma doğrultusu dengelenmemiş kapitalizme tekabül eder. Temel –ve elbette, gerçekten ciddi sonuçları olacak düzeyde fiilen yerleştirilmiş olan– şema bir pozitif geri bildirim devresidir; dahilinde modernlik itici gücünü, ticarileşmenin ve sanayileşmenin birbirlerini karşılıklı olarak uyardığı kendi kendini hızlandıran bir süreçten alır. Karl Marx ve Friedrich Nietzsche bu yönelimin önemli taraflarını gündeme getirenler arasındadır. Devre, artarak kapandığında veya şiddetlendiğinde daha fazla özerklik veya özdevinim sergiler. Bu daha da sıkı bir şekilde otomatik üretkenlik sağlar (yalnızca “pozitif geri bildirimin” hali hazırda söylediği şey). Kendisinden öte hiçbir şeye dayanmadığından özünde nihilisttir. Kendini yükseltme dışında makul bir anlamı yoktur. Büyümek için büyür. İnsanoğlu onun efendisi olmaktan ziyade geçici konağıdır. Tek amacı kendisidir.
1972 tarihli Anti-Oedipus’ta Deleuze ve Guattari, Marx’ı yeniden etkinleştirmek için Nietzsche’ye atıfta bulunarak “süreci hızlandırın,” diye öneride bulunmuşlardır. Her ne kadar “ivmecilik,” Benjamin Noys tarafından eleştirel olarak isimlendirilene dek kırk yıl geçecek olsa da zaten tüm bütünlüğüyle oradaydı. Konuyla ilgili pasaj eksizsiz olarak tekrarlanmaya değer (daha sonradan gelen ivmecilik tartışmalarında da tekrar tekrar yapılmıştır):
“… devrimci yol hangisidir? Öyle bir yol var mıdır? Samir Amin’in Üçüncü Dünya ülkelerine tavsiye ettiği gibi faşist “ekonomik çözümün” ilginç bir yeniden canlandırması olarak dünya piyasasından çekilmek mi? Ya da aksi yönde ilerlemek mi? Daha da ilerlemek mi, piyasa hareketliliğiyle, yersizyurtsuzlaşmanın ve kod çözmenin yönünde mi? Belki de yüksek derecede şizofrenik bir nitelikteki kuram ve pratiğin bakış açısından, akışlar yeterince yersizyurtsuzlaşmış değil, yeterince kodu çözülmüş de değil. Süreçten çekilmek yerine daha da ileri gitmek, yani “süreci hızlandırmak,” tıpkı Nietzsche’nin dediği gibi: bu konudaki gerçek, henüz hiçbir şey görmediğimizdir.
Kapitalizm veya nihilizm analizinin amacı daha fazlasını yapmaktır. Süreç eleştirilmemelidir. Süreç, kızıştıkça kendine içine geri bildirim yapan bir eleştiridir. İleriye giden tek yol kesintisizdir, yani daha da içinedir.
Marx’ın, Anti-Oedipus pasajını dikkat çekici biçimde öngören kendine ait bir “ivmeci kesiti” vardır. 1848’deki “Serbest Ticaret Sorunu Üzerine” konuşmasında şöyle der:
“…genel olarak serbest ticaret sistemi yıkıcıyken, günümüzün korumacı sistemi muhafazakardır; eski ulusları parçalar ve proletaryanın ve burjuvanın arasındaki karşıtlığı uç bir noktaya iter. Özetle, serbest ticaret sistemi toplumsal devrimi hızlandırır. Beyler, oyum yalnızca bu devrimci anlamda serbest ticaretten yanadır.”
Bu tohum halindeki ivmeci matriste, kapitalizmin yıkımı ile yoğunlaştırılması arasında bir ayrım yapılmamalıdır. Kapitalizm, kendi kendisinin yıkımıdır. Kapitalizm sadece yavaşlamalarının, kısmi telafilerin veya engellemelerin yanı sıra, bütünüyle “yaratıcı yıkım”dır. Sermaye kendi kendine, dıştan gelebilecek herhangi bir devrimin yapabileceğinden daha derinlemesine bir devrim yapar. Daha sonraki tarih bu hususun doğruluğunu kanıtlayamadıysa, en azından çıldırtıcı bir düzeyde böyle bir kanıtlamayı simüle etmiştir.
2013’te Nick Srnicek ve Alex Williams bu dayanılmaz –hatta “şizofrenik”– tezatlığı ‘İvmeci Politikalar için Bir Manifesto’da çözmeyi amaçlamışlardır; özellikle kendini menfur bir biçimde kapitalizm destekçisi “Sağ-ivmecilğin” gölgesinden ayıran karşıt bir anti-kapitalist bir “Sol-ivmeciliği” tetiklemeyi hedefliyordu. Bu proje –tahmin edileceği gibi– ivmecilik meselesini ideolojik olarak sürdürülebilir bir şekilde arındırmaktansa yeniden diriltmekte daha başarılı olmuştu. Yalnızca kapitalizm ile çağdaş teknolojik ivmelenme arasına tamamen yapay bir ayrım ortaya konularak sınır hatları çizilebildi. Üstü kapalı çağrı, Yeni Ekonomi Politikası içermeyen yeni bir Leninizm içindi (Şili komünizminin Ütopik tekno-yönetimsel deneyleri örnek olarak gösterilmiştir).
Sermaye, nihai öz tanımınca soyut ivmelendirici toplumsal faktörden başka bir şey değildir. Onun pozitif sibernetik şeması kendini tüketmektedir. Kendi kendini hızlandırmak, kimliğini tüketir. Diğer her saptama yoğunlaştırma sürecinin bir aşamasında kaza adı altında kenara atılır. Toplumsal ve tarihsel ivmelenmeyi tutarlı olarak besleyebilen herhangi bir şey zorunlu olarak ya da özünde sermayeye bağlı olacağından, açık bir biçimde herhangi bir “Sol-ivmeciliğin” ciddi bir momentum kazanması beklentisi kesin bir şekilde reddedilebilir. İvmecilik basitçe kapitalizme dair bir öz farkındalıktır ve ancak başlamıştır. (Henüz hiçbir şey görmedik.)
Bunu yazdığım sırada Sol-ivmecilik kendini geleneksel sosyalist politikalara geri yapıbozum uyguladı ve ivmecilik meşalesi “Koşulsuz İvmeciliği” ilerleten yeni genç parlak düşünürlerin nesline teslim edildi (Sol-ivmeci de değiller, Sağ-ivmeci de ama koşulsuz ivmeciler). Çevrimiçi kimlikleri –kolayca çıkarım yapılabilecek şekilde olmasa da fikirleri– alışılmadık sosyal medya hashtag’i #Rhetttwitter üzerinden aratılabilir.
Blokzincir yazılımı, dron lojistiği, nanoteknoloji, kuantum hesaplama, hesaplamalı genom bilimi ve sanal gerçeklik sel halinde akıyor, hiç olmadığı kadar yüksek yoğunluklardaki yapay zekanın içinde sırılsıklam olarak; ivmecilik bir yere gitmiyor, aksine daha kendi derinine gidiyor. Fenomen tarafından ölümcül kurumsal felç noktasına dek koşturulmak, fenomenin kendisidir. Doğal olarak –yani tamamen kaçınılmaz olarak– insan türü bu nihai yersel olayı bir sorun olarak tanımlayacaktır. Onu görmek zaten şöyle demektir: Bir şey yapmamız lazım. İvmecilik yalnızca şöyle yanıt verebilir: Bunu söyleye söyleye şimdi mi söylüyorsun? Belki de başlamamız lazımdır? Daha soğuk çeşitlerinde –ki kazananlar da onlardır– gülme eğilimi gösterir.
Yazar: Nick Land
Çeviri: Amateur (@anti_expertise)
Editör: Fahri Tüfenktürk


