Bu yazı, Alp Buğdaycı tarafından Dizgin adlı dergide “Kemalist Elitlerin Tahayyülündeki Türk Milliyetçiliği -1” adıyla yayınlanan yazıya bir eleştiri niteliğinde yazılmıştır.
Yazının ilk kısmında “modernist” milliyetçilik kuramlarından alıntılar yapılmış ve “ulus hayal edilmiş bir siyasi topluluktur” cümlesi Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler isimli kitabından bir alıntıyla aktarılmıştır, daha sonra ise yine modernist kuramcı Gellner’e referansla “ulus olgusunun modernitenin bir eseri olduğu ve dolayısıyla özü itibariyle ulusların, modern ulusçuluğun bir sonucu, deyim yerindeyse bir inşa eseri olduklarını ifade edebiliriz,” denilmiştir. Yazıdaki temel amacım, milliyet ve milliyetçilik teorileri tartışmak olmayıp bu alıntıları yapma nedenim Buğdaycı tarafından yazılan yazının ve “Kemalist Elitlerin” Tahayyülündeki Türk Milliyetçiliğini aktarmasını beklediğimiz bir yazının bu satırlar ile başlamasıdır. Halbuki, bu tanımlamalar şüpheye yer bırakmayan tarzda açıklamalar değildir. Nitekim Anthony D. Smith –ki kendisi Gellner’in öğrencisidir– modernist kuramlara karşı çıkarak “Etno-Sembolizm” olarak nitelendirebileceğimiz bir yaklaşım geliştirmiştir.
Anthony D.Smith’e göre milli kimlikler bazı faktörlerin ve özellikle altı faktörün bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Smith’e göre bir millet; tarihsel değeri olan bir toprağa, ortak mitlere, sembollere ve tarihe, kitlesel bir kamu kültürüne, ortak bir ekonomiye, ortak yasal hak ve görevlere sahip olan insan topluluğuna verilen isim, denerek nitelendirilebilir (Smith, 1994, s.32). Yukarıda zikredilen altı faktör, Türk Milleti için tarih sahnesine çıktığı ilk andan, cihan devletleri tarafından yeryüzünden silinmeye gayret edildiği o zor zamana kadar karşılanmıştır. Modernist yaklaşımların etkisinde kalıp ulusların sonradan uydurulmuş, hayal edilmiş, sanayileşen dünyada icat edilmiş şeyler olduğunu sanki bu konular üzerinde hiç modern tartışmalar yokmuşçasına hem kesin hem de değiştirilemez şeyler olduğunu ifade etmek, aşağıda bahsedeceğimiz –normal şartlarda bir lise öğrencisinin bilmesi gereken– Türk tarihine ait hadiseleri bilmemek veya görmezden gelmek demektir.
Türk tarihinde örnekler ve kaynaklar çok olmakla birlikte aşağıda zikredilecek hadiseler, asıl eleştirinin temel noktasını oluşturacak olan Atatürk Dönemi Türk Milliyetçiliği konusunu gözden kaçırmamak adına, okuyucunun çok da vaktini almayacak ve ilgisini dağıtmayacak şekilde kısa alıntılar halinde tutulmuştur. Eğer kaynaklarımıza bir eleştiri getirilecekse, bu başka bir yayının konusudur.
Türk Milliyetçiliğinin tarihsel arka planını incelemek ve hatta en kritik dönemeçlerden biri olan “Kemalist Elitler” dönemini anlayabilmek için Genel Türk Tarihini iyi bilmek gerekmektedir. MS 5. yüzyılda Orta Asya’daki kavimler birlikler oluşturmaya başlamıştır. Çin kaynaklarında ise bu kavimler “Yüksek Arabalılar” veya “Kaoçiler” olarak adlandırılmaktadır. Zamanla bu “Kaoçiler” ifadesi bozkırda kaybolmaya başlamış ve yerini “Tiele” kelimesi almıştır. Türk devletlerinin isimlendirilmesi meselesinde bu bozkır konfederasyonlarında ağırlığı elinde tutan sülalenin-soyun etkisi büyüktür. Nitekim Osmanlılar ve Selçuklular’da olduğu gibi devlet o yönetici zümrenin adıyla anılmıştır. Çinliler, kendi kaynaklarında Tukyu veya Tu-chüeh, Moğollar Türküt diyerek Türk Milletinin ilk nüvelerini imlemiştir. Çin İmparatoru, İşbara Kağan’a yazdığı 585 tarihli mektupta İşbara Kağan’a “Büyük Türk Kağanı” olarak hitap etmektedir (Taneri, 1993; 63). Göktürk yazıtlarındaki satırlar ise sanıyorum Buğdaycı’nın da malumudur.
Yukarıda geçmiş zamanlardan yaptığımız aktarımlar temelde ve en basit şekliyle tarihte hep bir Türk adının, devletinin, devlet teşkilatının, mitlerin, sembollerin ve milli duygularının olduğunu göstermektir. Yazının esas noktasını teşkil edecek olan “Kemalist Elitlerin” ifadesiyle başlayan tumturaklı ifadeye cevap niteliğinde olan kısım ise aşağıda başlamaktadır.
İlk etapta “Kemalist Elitlerin Tahayyülündeki Türk Milliyetçiliği” başlığını taşıyan bu yazının kaynakçası oldukça zayıftır. Yazıda Kemalist elitlerin kim olduğuna dair net bir tanımlama yapılmamıştır. Bu tanımlama yapılmadığı gibi “Kemalist Elit” olduğu varsayılabilecek kimselerin yazdıklarına da atıflar yoktur. Ancak Erich J. Zücher, Nazan Maksudyan ve Büşra Ersanlı gibi isimlere verilmiş atıflar vardır. Bu kişiler ise tarihçiler arasında “resmi tarih”, “tek parti faşizmi”, “ermeni soykırımı” gibi kavramlara meyyallikleri nedeniyle şüpheyle bakılan isimlerdir. Nitekim Büşra Ersanlı, bir dönem FETÖ-PDY terör örgütü ile ilişkileri olan TESEV vakfında görev almış, BDP’nin anayasa komisyonunda görev alarak, hem yazdığı eserler hem de yaşadığı hayat ile Atatürk döneminin kendisinden öğrenilmeyeceğini defalarca ispatlamıştır. Maksudyan veya Zücher içinse internette yapılacak kısa bir araştırma ile Atatürk hakkında ne düşündükleri kolaylıkla önümüze çıkmaktadır.
Alp Buğdaycı yazısında Zafer Toprak’a atıfta bulunmuştur fakat “Kemalist Elitleri” yazdığını iddia ettiği bir yazıda Toprak’ın şu ifadelerini gözden kaçırmıştır. Yeni kurulan devlette Durkheim sosyolojisinin etkisi uzun sürmemekte, Ziya Gökalp’in 1924 yılında ölümü ve dünyada ilmi paradigmanın değiştiği yönünde düşünceler sonucunda Tek Parti yönetimi de yönünü başka bir alana çevirmektedir. Bu yeni paradigmayı Atatürk’ün gündemine taşıyan kişiler Toprak’a göre Yusuf Akçura, Şevket Aziz Kansu ve Sadri Maksudi Arsal’dır (Toprak, 2012:14).
Yazının “Kemalist Elitlerin Tahayyülündeki Türk Milliyetçiliği” iken Zafer Toprak’ın değimi ile gerçek bir Kemalist Elit olan Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” adlı eserine tek bir atıf olmaması ve hatta isminin dahi anılmaması kaynakçanın yetersizliğinin en büyük delillerinden biridir. Gerçek bir “Kemalist Elit” olan Arsal ırklar arasındaki farklar hakkında şöyle demektedir; “Yine de, ırkların birbirlerine karışmış olmasına rağmen her asırda, fertlerinin çoğunun malik olduğu somatik hususiyetler bakımından birbirinden farklı birçok insan zümresinin mevcudiyetini müşahede ediyoruz. Bunlar, hayvanlardaki ırklar gibi birbirinden tamamen ayrılmış, zoolojik açıdan tam manasıyla saf ırklar değillerse de, birbirlerinden birçok hususiyetle ayrılan beşeri zümrelerdir. Bunların mevcudiyeti de gerçektir” (Arsal, 2022: 33). Arsal, ırkların gösterdikleri bazı özellikler bakımından birbirlerinden ayrıldıklarını kabul etmektedir. Arsal “Millet” mefhumunu ise şöyle açıklamaktadır; “Millet, muayyen bir dili konuşan, aynı örf ve adetlere, aynı milli seciyeye, müşterek tarihe, müşterek milli emellere mâlik olan fert ve ailelerden terekküp eden bir insan kütlesidir” (Arsal, 2022; 41). Sadri Maksudi Arsal, yukarıda aktarılan Anthony D. Smith ile bir anlamda benzeşir. Arsal da milletlerin teşekkülünde çeşitli unsurların öneminden bahseder. Arsal’a göre bir “kavim-millet” teşekkülünün şartları şunlardır;
1. Ekseriyeti aynı ırki zümreye mensup birçok kabilenin bir devlet içinde birleşmesi.
2. Oldukça kalabalık bir nüfus.
3. Saha birliği.
4. Bu yeni kurulan devletin aynı sahada uzun zaman müstakil kalabilmesi.
5. Lisan birliği.
6. Örf ve adetlerin birliği.
7. Müşterek dini inançlar.
8. Milli seciye birliği.
9. Irkî maya.
(Arsal, 2022; 80)
Yukarıda görüldüğü gibi Arsal bir milletin teşekkülünde “Irkî Maya” kavramını önemsemiştir. Alp Buğdaycı, Soner Çağaptay’ın “Türkiyede İslam, Laiklik ve Milliyetçilik” adlı çalışmasına yaptığı atıf ile “1930’larda ırk ifadesinin biyolojik anlamdan ziyade ulus bağlamında kullanıldığını” ifade etmektedir. Bu iddia karşısında yukarıda yaptığımız alıntılar kâfi gelmiyorsa tekrar Arsal’dan bir alıntı yapmak gerekmektedir; “Biz bu eserde ‘ırk’ı Avrupa dillerindeki ‘race’ manasında, milleti de ‘nationalite’ manasında kullanacağız” (Arsal, 2022; 31) demektedir. Bu iddia yersiz ve temelsizdir.
Alp Buğdaycı’nın yazısında sürekli tekrar ettiği durum ise Atatürk üzerindeki Renan etkisidir. Fakat yine gözden kaçmış olacak ki, Atatürk üzerindeki Darwin etkisinden hiç söz etmemektedir. Nitekim Atatürk etrafındaki insanlar tarafından kendisine tavsiye edilen H.G Wells ve Eugene Pittard aracılığıyla yeni bir dünya görüşüne doğru seyretmiştir. Wells’in “Cihan Tarihinin Umumi Hatları” adlı eserinin hemen Türkçeye çevrilmesini emretmiş ve bu çalışma 1927-1928 yıllarında çevrilip Devlet Matbaası tarafından basılmıştır (Toprak, 2012: 14).
Buğdaycı hiçbir dipnot vermeden Pittard’ın ırk kelimesini etnisite olarak değil antropolojik olarak kullandığını belirtmektedir. 60.000’den fazla kafatası üstünde çalışmalar yapan ve Türklerin sarı ırktan değil, ari ırktan olduğunu savunan Pittard, nasıl ırk kelimesini antropolojik olarak kullanmaktadır? Yazının bu kısmı açıklanmaya muhtaçtır.
Yine Alp Buğdaycı yazıda sıklıkla Medeni Bilgiler adlı kitaptan alıntı yaparken, şu kısmı sanırım gözden kaçırmıştır. Bu alıntıda Sosyal Darwinist etki kendisini göstermektedir: “Sağlık işlerinin ülkemizde bir bakanlığa konu oluşturacak önemi, Ankara’da yeni devletin kuruluşuyla anlaşılmıştır. Bir toplumun sağlığı, bütün kuvveti ve yaşama gücü sorunudur. Sosyal yardım kavramının resmi teşkilat esasında yer alışı, yalnız Türkiye’de değil, gelişme yolunda çok ilerlemiş bütün ülkelerde de pek eski değildir. Sosyal yardım, bir milletin ve bir toplumun çaresiz ve dayanaksız kalmış, dermandan düşmüş, kendi yaşamasına, tedavisine gereken en küçük vasıtaları bizzat sağlama ve bulma imkanından yoksun organların imdadına koşmasıdır. Yeni anlamda millet ve toplum kavramları ancak bu hareketi doğrudan sosyal hassasiyet ile tamamlanır. Yalnız burada bir incelik dikkati çekmelidir. Bir toplum, yaşamak ve hayatta gereken şeyleri sağlamak için çalışma kuvvetine sahip olan insanları himaye etmelidir. Asalak yaşamanın kapılarını kapamalıdır. Aksi takdirde çalışanlarının kazançlarını kendilerine tahsis ettirmenin yolunu bulan birtakım tembeller ve dilenciler sınıfı türer. Bunlar, insanlığın acımaya layık olmayan yüz karalarıdır” (İnan,2010:408).
Yine Alp Buğdaycı Mango’dan alıntı yapmaktadır fakat, Mango’nun şu sözlerini sanırım yine gözden kaçırmıştır. Mango, Atatürk’ün yaşadığı dönemdeki bilim akımlarını takip ettiğini, bu yaklaşımları almak için hiçbir engel tanımadığını, hatta hayata da bu bilimsel yaklaşımların penceresinden baktığını söyler (Mango,2000:356). “Mango’nun bu açıklamalarını destekler mahiyette 1926 yılında çıkarılan ve keyfi çocuk düşürmeyi ağır cezada yargılamayı öngören 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu, 1930 yılında çıkarılan ve kürtajı devlet kontrolüne alan 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 1938 yılında çıkarılan ve toplumun geneline sporu yasal zorunluluk tutan Beden Terbiyesi Kanunu örnek olarak gösterilebilir. Çünkü o dönem bu tarz öjenik uygulamalar ve yasal düzenlemeler Avrupa devletlerinde de oldukça yaygındır” (Ergün, 2022: 141).
Bir diğer “Kemalist Elit” olarak nitelendirilebilecek şahsiyet Şevket Aziz Kansu’dur. Şevket Aziz Kansu, Pittard etkisiyle kafatasları üzerinde incelemeler yapmış ve Münich Üniversitesi Antropoloji ve İnsan Genetiği Enstitüsü direktörü Ord. Prof. Dr. Karl Saller’in editörlüğü altında 11 cilt olarak yayınlanması planlanan “İnsanlığın Irk Tarihi” adlı eserde bir bölüm yazmıştır. Ancak Karl Saller vefat edince bu çalışma o eserin içinde yayınlanamamıştır. Bunun üzerine Kansu “Türkiye’nin Irk Tarihi” adını verdiği bu çalışmasını 1976 tarihinde Belleten’de yayınlamıştır. Bu çalışmada Kansu, Anadolu’da yapılan antropolojik araştırmaları sıralamaktadır. “Türklerde Kan Grupları”, “Türklerde İkiz Doğum”, “Türkiye’de Erken Doğum”, “Türkiye’de Renk Körlüğü”, “Türkiye’de Kan Grupları ve Kanser” gibi araştırmaların çeşitli araştırmacılar tarafından yapıldığını zikretmiş ve “Türkiye’nin bugünkü sekenesi içinde çoğunluğu teşkil eden Türklerin...” diyerek yapılan bu çalışmaların ırki veya antropolojik yönde olup olmadığına dair en güzel cevabı vermiştir.
Şevket Süreyya Aydemir ise İnkılap ve Kadro isimli eserinde şöyle bir tespitte bulunur; “Milleti incelerken, ne ırkı, ne kavmi, ne müşterek geçilmiş tarihi hayatı, ne milleti teşkil eden toplumların uzun asırlardan beri üstünde dolaştıkları müşterek vatanı ve nihayet bütün bunların ayrı ayrı, bugünkü varlığımıza yaptıkları etkileri unutmak, ihmal etmek, mümkün değildir” (Aydemir,1968;178).
Sonuç olarak eğer “Kemalist Elitler” varsa millet, milliyet ve ırk hakkındaki görüşleri yukarıdaki gibidir. Son olarak büyük Azerbaycanlı şair; Nizami-i Gencevi XII.yüzyıldan bize şöyle seslenmektedir;
“Türklerin devleti yükseldi onun için,
Adaletten yükseldi hep illeri,
Mademki sen zulme amil olursun,
Bir Türk değil, çapulcu bir Hindusun.
(Rasulzade, tarihsiz, 153)
KAYNAKÇA
Arsal, S. M. (2022) Milliyet duygusunun sosyolojik esasları. Ötüken Neşriyat.
Ergün, R. (2022) Tek parti dönemi sosyal Darwinizm.
İnan, A. (2010) Medeni bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün el yazıları. Türk Tarih Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi (ATAM).
Mango, A. (2000) Atatürk (F. Doruker, Çev.) Sabah Kitapları.
Smith, A. D. (1994) Milli kimlik (B. S. Şener, Çev.) İletişim Yayınları. (Orijinal çalışma 1991 yayınlandı)
Taneri, A. (1993) Türk kavramının gelişmesi. Ocak Yayınları.
Toprak, Z. (2012) Darwin’den Dersim’e: Cumhuriyet ve antropoloji. Doğan Kitap.
Orta asya’dan örnekler göstererek Türk milliyetçiliği modern çağın eseri değildi demek Şeyh Bedreddin’e ilk komünist demek gibi bir şey, saçma yani, anakronik. Kemalizm dediğimiz şey Türk modernizmi demek, Türk hümanizmi, modernizmin Türkiye’ye tüm kurumlarıyla sokulması demek.
Zafer Toprak’ın Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi kitabını okursanız göreceksiniz o bahsettiğiniz kafatası araştırmaları, Ziya Gökalp’in rafa kaldırılması vs. doğrudan Avrupa’daki siyasi gelişmelerle alakalı. Demokrasilerin güç kaybedip faşist rejimlerin yükselişi ile. Hatta ekonomi politikası bile buna göre değişkenlik gösteriyor, büyük buhrana kadar liberal yöntemlerle kalkınma deneniyor, Avrupanın acziyeti görüldükten sonra devletçilik benimseniyor. Atatürk’ün kafası muasır medeniyetleri yakalama konusunda net ama bunun yöntemi konusunda değil. Avrupa’yı izliyor, orada ne konuşuluyor, ne deneniyor buna göre Türkiyenin gündemi belirleniyor. Kemalizmi kesin net bir kalıba sokma çabaları nafile, Kemalizmi Türk modernleşmesi olarak kabul etmek zorundayız. Dolayısıyla ulus kavramı da modern çağa ait bir kavramdır.