Geçtiğimiz sene ortada bu meme dolaşıyordu:
Veriler gerçek ve yıllar doğru. Öyle görünüyor ki Franco rejimi boyunca doğurganlık oranını sabit tutabilmişti. Peki tek miydi? Komşu ülke Portekiz’in 1932-1968 yılları arasındaki yöneticisi Salazar da bir çeşit diktatör sayılırdı. Onlarda durum nasıldı?
Başlangıçta büyük bir düşüş olsa da ardından istikrara kavuştu ve Salazar rejiminden kısa bir süre sonra doğurganlıkta azalma görülmeye başlandı. Hmm. Peki ya Hitler ve Mussolini rejimlerinde durum nasıldı?
Hitler 1933-1945 aralığında, Mussolini de 1922-1943 (kısmen 1945’e kadar) arası yönetimdeydi. Tüm ülkelerde Birinci Dünya Savaşı ardından bir doğurganlıkta bir çöküş yaşanmıştı fakat ardından Almanya’da 1933’de başlayan bir yükseliş görülmeye başlandı. İtalya’nın pek tatmin edici görünmemesine karşın Mussolini’nin bununla mücadele etmek için güttüğü bir politika (Doğurganlık Mücadelesi) dahi vardı. Görünüşe gore bu politika, 2. Dünya Savaşı sırasında İtalyan ordusu kadar etkili oldu
Almanya’dan bahsetmişken, bu doğurganlık artışı sadece sağcı diktatörlerde mi geçerli yoksa komünistler için de çalışıyor mu? Şimdi bölünmüş bir ülkeye bir göz atalım:
Bu Doğu Almanya Doğum Oranlarının Birleşmeden Sonra Düşmesi adıyla 1995’de yayımlanan makaleden alınmıştır (başka yazalar tarafından aynı konunun işlendiği, yine 1995 yılına ait bir makale daha mevcut.) 1960’lara doğru giderken doğum oranları hemen hemen aynı görünüyor. 70’lerin ortasında ise Doğu Almanya ile olan ayrılık daha da kuvvetleniyor. Ardından güm! 1990’lar ve özgürlüüük geliyor ve sadece Doğu’ya mahsus olarak, doğurganlık oranları büyük bir darbe alıyor.
Sıradaki soru şu: Bu Sovyet Doğu Bloğunun çökmesinin ardından görülen standart bir durum mu? Şunun gibi pek çok çalışma buna “evet” diyor. (Post Komünist Doğurganlık Bilmecesi)
Doğurganlık tüm komünizm sonrası bölgelerde eş bir düşüş gösteriyor. Bu çalışma doğurganlık trendinin zaman içinde gösterdiği varyasyonları inceliyor ve bu ülkelerde üç açıklamanın hangi oranda uygulanabilir olup olmadığını inceliyor: ikinci demografik değişim (IDD) erteleme değişimi (ED) veya ekonomik krize tepki. Ayrıca, SDT ve PPT teorik ilkelerinin yanı sıra tanımlayıcı kanıtlara dayanarak, ekonomik bağlamın doğurganlık düşüşünün iki süreciyle ters orantılı olduğu varsayılmaktadır. Sonuçlar gösteriyor ki hiçbir teorik açıklama 1990-2003 arasında post-komünist bölgenin tamamında görülen kompleks doğurganlık oranı düşüşünü açıklamakta yeterli değil. Bazı ülkelerde doğurganlık oranındaki düşüşün, bu büyük düşüşü durma veya daha yüksek dereceli doğumların ertelemesine yoran açıklamalardan daha önce gerçekleşmiştir. Gerek IDD gerek de ED yoluyla ertelenen doğumlar yalnızca az sayıda ülkelerde doğurganlık oranının düşmesine büyük oranda sebep olmuştur. Yaşa özel doğum oranlarının karma kesitsel zaman serisi analizleri, bu iki farklı sürecin mevcut olduğunu doğrular ve ekonomik kriz tezinin azalan doğum oranları için açıklayıcı güce sahip olduğunu gösterir. Buna karşılık, lojistik regresyonlar, ekonomik koşulların iyileşmesiyle doğumu erteleme olasılığının arttığını göstermektedir. Bu sonuçlar, doğurganlık düşüşüne ilişkin açıklamaları tartışırken ekonomik bağlamın dikkate alınmasının önemini doğrulamaktadır. Daha spesifik olarak, sonuçlar ekonomik krizin şiddetinin ve süresinin ya da yokluğunun doğurganlığın azalmasının kapsamını ve şeklini etkilediğini göstermektedir.
Peki anavatan Rusya ne durumda?
Pekala, yani komünizm 1917’de başlıyor ve 1990’lar gibi bitiyor. 1990’larda tıpkı Doğu Almanya’da olduğu gibi bir düşüş görülüyor. Hatta Putin’in milliyetçi muhafazakar yönetiminin önderliğinde doğum oranlarında bir artış trendi bile görünüyor. İlk komünist dönemdeki büyük düşüş harici açıklamamıza uyuyor gibi. Aynı zamanda Çarlık Rusya’sı yine otoriterdi ve genel olarak komünizm gelene kadar doğurganlık oranları sabitti. Yani, bu soru için ilginç bir ülke.
Peki Avrupalı olmayanlarda durum ne? Mesela Pinochet'in Şili’si?
Yönetiminin hangi yıllarda olduğunu tahmin edin, 1973-1998. Büyük bir düşüşten başka bir şey görebilen var mı? Hayır, ben de göremedim. Bir arkadaşım bana Pinochet’in liberal bir diktatör olduğunu (Liberal ne?) söylemişti. Sanırım o yüzden onu saymamalıyız. Elimizde bir de doğurganlık karşıtı politikaları olan Çin örneği var.
Sorularınızı duyar gibiyim: Peki dostum neden kimse otoriterizm ve doğurganlığın boylamsal veri kümesini kullanarak sabit etkilerini araştıran bir çalışma yapmamış? Aslında böyle bir çalışma var fakat… tersine:
Kadınlar, Demografi ve Siyaset: Düşük Doğurganlık Nasıl Demokrasiye Yol Açtı?
Literatüde genellikle demografi ve siyaset bağlantılarının incelenmesi, demografinin erkek yönlerinin politik şiddet gibi fenomenler üzerindeki etkilerinin etkileri gibi konularlar sınırlı kalmaktadır. Bu proje, demografik değişkenlerin siyaset, özellikle de demokrasi üzerindeki etkisinin çalışmasını doğrudan siyaset ve sosyal bilimler kapsamına yerleştirmeyi ve kadınla ilgili demografik özelliklerin, yani doğurganlık hızının etkilerine odaklanmayı amaçlamaktadır. Demografik değişkenlerin - özellikle kadınlarla ilgili kahinlerin - siyasi yapı üzerinde bağımsız bir etkiye sahip olduğu hipotezini test ediyorum. Ülkeleri zaman içinde karşılaştıran bu çalışma bulguları bize düşük doğum oranlarıyla demokratik gelişimin eş zamanlı gerçekleştiğini gösteriyor. Geliştirilen teorik çerçevede, makro ve mikro düzeydeki bu değişimi açıklayan, aile yapısı ile kadının ekonomik ve politik durumudur. Otuz yılı aşkın bir süreyi kapsayan. 140'tan fazla ülkeye ait verilere dayalı bulgular, yalnızca alternatif etkiler için değil, aynı zamanda ters nedensellik ve veri sınırlamaları bakımından kontrol edildiğinde sağlamdır. Dürüst olmak gerekirse bu eleman istatistikleri yanlış okudu. Ters nedenselliği düzgünce test etmedi ve sabit etkileri kullanmak gibi bir seçenek önünde dururken bunu kullanmadı. Yine de iyi bir çaba. Umalım ki veri seti tekrardan başkası tarafından analiz edilebilir.
Peki ya bireysel veriler? Özgürlük karşıtı insanlar çocuk yapmayı daha mı çok önemsiyor? Gerhard Meisenberg buna “evet” cevabını veriyor, büyük bir temsili ABD veri setinde bilişsel olmayan doğurganlık bağıntıları üzerine henüz yayınlanmamış bir çalışmanın sonuçlarını ileri sürüyor: Amerika Birleşik Devletleri'nde doğurganlığın bilişsel olmayan bağıntıları (Londra İstihbarat konferansı, 2021; hayır slaytların bir kopyası bende yok):
Çoğu modern toplumda görülen yaşam boyu doğurganlığın eğitim ve zeka ile olumsuz bir şekilde ilişkili olduğu iyi bilinmektedir. Doğurganlığın kişilik ve sosyo-politik tutumlar gibi bilişsel olmayan özelliklerle ilişkileri hakkında, Batı ülkelerinde muhafazakarlık ve dindarlık ile genel olarak olumlu ilişkilere ilişkin raporlar dışında çok daha az şey bilinmektedir. Bu çalışma, yaşam boyu doğurganlık ile en yakından ilgili olan tutum boyutlarını tanımlamak için Birleşik Devletler'deki Genel Sosyal Araştırmadan (GSS) elde edilen verileri kullanır. ]Sonuçlar, bilişsel olmayan özelliklerin doğurganlık üzerindeki etkisinin her iki cins için de neredeyse IQ kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bir dizi tutum boyutundan, “Ahlak” olarak adlandırılan tutum, doğurganlık sonuçlarıyla en yoğun şekilde ilgili olandır, kişinin kendi beyan ettiği muhafazakarlık veya dindarlıktan daha fazladır. Bu boyut, kürtaja, eşcinselliğe, evlilik öncesi ve dışı cinsel ilişkiye, intihara ve ötanaziye itirazlarla tanımlanır. Ayrıca sansür desteği (artık deplatform etmek olarak adlandırılır) ve çeşitli şeylerin yasaklanması için destek vermek, daha yüksek doğurganlık ile ilişkilidir. “suçla mücadele” “refah devleti karşıtlığı” gibi liberal-muhafazakar yelpazenin diğer unsurlarının doğurganlık ile olan ilişkisi göz ardı edilebilir bir düzeydedir.]Buna bağlı olarak ahlaki tutumların ve bununla ilişkili olan hoşgörüsüzlüğün farklı gruplar arasındaki doğurganlık hızına olan etkisinin 20. Yy Amerika’sında önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu durumun çevresel ve genetik mekanizmalar yoluyla nüfus özelliklerini etkilediği tahmin edilmektedir. Halihazırda bir püritenlik geçmişine ve tekrarlayan ahlaki paniklere sahip bir ülkede ahlaki bir zihniyet için genetik seleksiyon, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki mevcut sosyal eğilimler hakkında yeni perspektifler açar.
Tamam, yani bireysel seviyedeki veriler kesinlikle otoriterizmin seçildiği yöne işaret ediyor. Tarihsel veriler ise diğer rejimler doğurganlık oranlarını arttıramazken, hatta bunu arttırmayı dahi denemezlerken otoriter rejimlerin, özellikle muhafazakar olanların bu konuda başarılı olduklarını gösteriyor.
Şimdi gelelim tahmin sanatına. Bilim tahmin yapamayacaksa ne işe yarar ki?
Peki, doğurganlığı artırmaya çalışan mevcut otoriter (veya o yöne giden) rejimler bunu başarabilecek mi? Çoğu insan son zamanlarda Macaristan'ın son zamanlardaki girişiminden bahsediyor, ancak Çin de bunu deniyor. Başarılı olacaklar mı? Metaculus'un bununla ilgili soruları var:
Macaristan'ın toplam doğurganlık hızı 2023'te ne olacak? Medyan tahmin 1.65. Etkileyici değil, buna sadece 1 yıl kaldı. Ama muhtemelen Corona yüzünden zamanlaması yanlış bir soru olabilir. Şanslıyız:
2031 yılında Macaristan'da kadın başına düşen çocuk sayısı ne olacak? Medyan tahmin 1,62, analistler hiçbir gelişme olmayacağını söylüyor. Katılıyorum (1.4-1.8) çünkü Macaristan'ın bu konuda yeterince ciddi bir şey yapacak kadar otoriter olduğunu düşünmüyorum.
Çin'in toplam doğurganlık hızı 2031'de ne olacak? Medyan tahmin 1.32. Mevcut trende göre 1.6-1.8 olacağını tahmin ediyorum. Kim haklı göreceğiz!
Belki de insan doğasında doğurganlık ve otoriterlikle ilgili bir şeyler vardır. Spekülasyon yapmak zorunda olsaydım, bunun grup birliği ve ortak amaçla ilgili olduğunu söylerdim. Grubunuzun dünyayı fethetme konusunda güçlü bir inancı varsa ve iyi bilinen ve anlaşılır kurallara uyarak bunun için çok çalışıyorlarsa, o zaman ailelerin de buna katkıda bulunacak olması mantıklıdır. Tabii ki, sürekli olarak doğurganlık yanlısı şeyleri teşvik eden bazı güçlü insanlara sahip olmalısınız. Batılı ülkeler bu tür şeyleri hafif de olsa yaptığında, Guardian gazetecileri hemen bir mental çöküş yaşıyor. 1980'lerden bu yana doğurganlık artışlarını düşük olarak saymadıkça, hiçbir demokratik ülkenin doğurganlık sorunları hakkında ciddi bir şey yapmadığı görülüyor. Yine de başarıları, 2.0 bariyerinin üzerinde değil, 1.30'dan 1.80'e kısıtlı bir gelişme görünüyor.
İtalya’nın doğurganlık sembolleri yalnzıca cinsiyetçi değil, aynı zamanda da faşist geçmişinin bir yankısı!
Metnin orijinali:
Çeviri: Kaan İhsan AKSOY
Redaksiyon için Öykü'ye teşekkürler!