Makinenin rol oynadığı her türlü eğlence öyle ya da böyle boştur. İçlerinde gerçek bir neşe yoktur. İnsan hareketinin özgürlüğünü kısıtlayan bir baskının etkisi altında olduklarını belli ederler. Teknik düzenin içinde yaşayan birey mutlu değildir ve ileride de mutlu olamayacaktır çünkü fazlasıyla yıpranmıştır, boş zamanı kalmamıştır. Çalışmanın verdiği haz da yok olmuştur. Tam da bu nedenle insana zevk vermediği için çalışmak, giderek artan bir ahlaki fanatizmle yüceltilip övülür. Büyük sanayi kentlerinin mekanik bir şekilde akıp giden insan kalabalıklarıyla çizdiği tablo kasvetli ve neşesizdir. Şenlik ruhunun yüce efendileri Apollon ile Dionysos, bu tabloda kendilerine yer bulamaz artık.
Mekanik şeylerin ritmi, kendiliğinden işleyen cansız ve katı bir ritimdir. Güç kazanırsa insanın hem doğal hem ideal hareket ritmini yerinden eder. Bütün ritim ile ölçülü hareketin temeli olan periyodik zaman, ölü zaman1 tarafından düzenlenen mekanik bir düzene dönüşür. Eskiden daha yüce bir öneme sahip olan bayram günlerinin yıllık döngüsü, teknoloji mükemmelleştikçe bozulmaya başlar. Halk şenlikleri de karakter değiştirir. Bir festival ya da panayır hala halkın kalbinde köklü bir yere sahipse, orada çiftçilerin toplandığını görürüz; çünkü köylüler yılın döngüsel ritmini ve bayram günlerini en güvenle izleyen topluluktur. Ama Münih’teki Oktoberfest gibi eski ve köklü bir festivale baktığımızda bile teknik düzenin onun kırsal karakterini nasıl derinlemesine değiştirdiğini bir bakışta görebiliriz. Her yerde mekanik salıncaklar, dönme dolaplar, elektrikli eğlence aletleri çıkar karşımıza; bunlar, mekanik müzik eşliğinde, bizi mekanik heyecanlarını satın almaya davet eder. Serbest doğaçlamanın spor alanında kaybolduğunu gördüğümüz gibi eğlenceler de makineleştikçe bütün doğaçlama ve kendiliğindenliğini kaybetmiştir.
Eğlencelerimiz de giderek teknik örgütlenmeye bağlı bir iş koluna dönüşüyor. Öyle görünüyor ki insan artık kendi kendine eğlenme, kendini oyalama yetisini kaybetmiş durumda; keyif alabilmek için mutlaka bir araca ihtiyaç duyuyor – bu da demektir ki boş zamanımız bile otomatik regülasyonlara tabi olmak zorunda. Modern istirahat anlayışı, mekanik çalışmanın stresini takip eden bir gevşeme haline indirgenmiş durumda. Bu yüzden eğlencelerimizde yoğun bir hareketlilik, kasıntılı bir gerginlik fark ediliyor. Bu gerginliği gidermek için uzun bir dizi jimnastik sistemi icat edilmiştir. Dans gibi özgür bir sanata –ister sanatsal ister toplumsal– baktığımızda bile onun ne kadar mekanikleştiği hemen fark ediliyor. Müziği ya makineler sağlıyor ya da ritimlerini mekanikleştirmiş müzisyenler. Radyo ve sinema da halk eğlencesinde payı giderek büyüyen büyük otomatlar arasında.
Filmleri incelediğimizde, beyaz perdedeki insan figürlerinin aslında optik bir mekanizmanın içine hapsolmuş, ondan kaçamayacak şekilde hareket ettiğini görürüz. Zira bütün gösteriyi mümkün kılan şey tam da bu mekanizmadır. Bütün bu mükemmellik –ister teknikolor ile ister seyirci yanılsamasını güçlendirmek için üç boyutlu efektlerle ne kadar geliştirilirse geliştirilsin– mekaniktir ve mekanik yasaların bittiği yerde o da biter. Hareketler, sesler ve arka plan müziği sürekli olarak mekanik yollarla yeniden üretilir. Seyircinin yanılması burada çok önemlidir; çünkü gerçekten de karşısında gördüğü hayali siluetleri gerçek insanlar, duyduğu sözleri gerçekten onların söylediği sanır. Oysa gördüğü şey etten kemikten insanlar değil, duyduğu da canlı sesler değil, mekanik seslerdir. Yine de seyirciyi bu mekanik taraf rahatsız etmez; onu rahatsız eden tek şey mekanik aksaklıklardır.
Herkes bilir ki bir filmi bir tiyatro oyunu kadar çok izleyemezsiniz; çünkü filmin etkisi çok daha çabuk tükenir ve özellikle zaman geçtikçe hızla bayatlayıp eski moda hale gelir. Oysa bir tiyatro oyunu ne kadar sahnelenirse sahnelensin, her gösterim bir diğerinden farklıdır; buna karşılık bir film gösterimi her seferinde mekanik olarak aynıdır. Aktörlerin canlı performansı tiyatro oyununu her defasında değiştirir, sinema ise katı ve değişmez kalır. Bu yüzden sinemanın katılığını seyirciye hissettirmeden izletmek için müziğe ihtiyaç vardır. Bir filmi ne kadar çok izlenirse, yarattığı illüzyon o kadar zayıflar, mekanik katılığı o kadar görünür hale gelir. Bununla birlikte sinema dramalarının komik tarafını da fark ederiz ki bu, özellikle eski dönemlerin melodram ve korku filmlerine damgasını vurmuş, onları gülünç kılan o istemsiz komedidir. Zaman geçtikçe, tüm sinema dramaları ister istemez komik bir hale bürünür.
Teknisyenin bu soruna verdiği cevap, seyircinin yanılsamasını daha da güçlendirmek için aygıtı daha iyi gizlemek, illüzyonu o kadar ikna edici ve canlı kılmaktır ki seyirci artık aygıtı unutsun. Fakat mekanizma ortadan kaldırılamayacağı için bu çabaların da bir sınırı vardır. Aslında bu tür girişimler yanlış bir yönde ilerler çünkü sinema teknik olarak yalnızca kendi mekanizması geliştirilerek iyileştirilebilir, onu gizlemeye çalışarak değil. Çizgi filmler gerçek bir ilerleme örneğidir: burada tüm canlı varlıklar –insan figürleri dahil– makinelere dönüştürülür. Çizerin amacı hayatı taklit etmek değil, film ortamına özgü küçük otomatlar icat etmektir. Bu düşünce ilk bakışta paradoksal görünebilir. Fakat bu alanda dünyanın hala kendilerinden çok şey öğrenmesi gereken Amerikalılar, uzun zaman önce bu tür filmleri ortaya koymuş ve bu filmler büyük bir popülerlik kazanmıştır. Şimdilik bu filmlerde hala bütünlük ve tutarlılık eksiktir, çünkü bu yeni sanatı hakkıyla kavrayabilecek yeterince zeki çizer yoktur. Ama halihazırda elde edilen sonuçlar bile gelecekte neler beklenebileceğine dair güçlü bir fikir vermektedir.
Not: Jünger bu yazıyı yazdığında(1939), Disney’in “Pamuk Prenses” ve “Fantasia” gibi başyapıtları henüz yayınlanmamıştı, “Oyuncak Hikayesi” gibi görece yeni 3D animasyonlardan bahsetmeye gerek bile yok. Bu yapımlar, onun öngörüsünü tamamen haklı çıkarmaktadır.
Kaynak:
Yazar: Friedrich Georg Jünger
Çevirmen: Ömeridas
Editör: Mahakala
“Saate bakan kişi, zamanı yalnızca boşluğu içinde fark eder. Ancak bu şekilde farkına vardığımız ‘zaman’, ölü zamandır.” Jünger burada insan deneyimi açısından bir şey ifade etmeyen, boşa geçirilmiş zaman dilimini kastediyor.