Size dünyamızın aslında göründüğü gibi olmadığını söylesem? Peki, siyaset ve “kültür savaşları” dediğimiz şeyin aslında gerçekliğin metafiziğine dair yapılan antik teolojik savaşın dijital devrimle birleşmesi olduğundan bahsetsem? Beyaz tavşanı kovalamakta istekliyseniz, ne renk hapı alıyorsanız alın, VR başlıklarınızı iyice sıkıp hazırlanın, çünkü işler ilginçleşecek.
Cinsiyetsiz Meleklerin İsyanı
Şövalye komutanı Simon de Montfort 1215’de Fransız şehri Toulouse’un surlarına Haçlı Ordusu ile geldiğinde bir subayı, şehirdeki Katolik siviller ve zapt etmeye geldikleri kâfirleri ayırt etmenin bir yolu olmadığını söylediğinde “Hepsini öldürün, şeytan kendinden olanı tanır,” diye yanıtladı. Bu vahşilik Kilise’nin kendi varlığına tehdit olarak gördüğü, Fransa’nın güneyindeki kâfirliği temizlemek için yapılan Albigeois Haçlı Seferi’nin çoktan karakteristiği haline gelmişti.
Haçlılar kendilerini, kökeni Bulgaristan’da olsa da Avrupa’nın göbeğine dek durdurulamaz ateş gibi yayılan bir tarikat inanç sistemini bastırmaya çalışırken bulmuşlardı. Genel olarak Katharlar (“Bulgar” anlamındaki Bougres adıyla da bilinirler) yalnızca Katolik hiyerarşinin otoritesini değil aynı zamanda tek Tanrı inancını da reddediyorlardı.
Tek tanrı yerine şeytani bir tanrı olan Eski Ahit tanrısının, fiziksel dünyayı bir hapis olarak yarattığına ve cinsiyetsiz meleklerin maddi gerçeklikte insan bedenlerine hapsedildiğine inanıyorlardı. İçine sıkışıp kaldıkları reenkarnasyon döngüsünden yalnızca gizli bir ölüm öncesi vaftizi yani fiziksel olanın yozluğundan arınma ve ruhlarının iyi tanrının, sadece dünya dışında spiritüel bir düzlemde bulunan Yeni Ahit tanrısının yanına çıkmasına olanak sağlayan consolamentum Katharları kurtarabilirdi. Bu ritüellerden geçenler seçkin Perfecti, kusursuz olanlar, mertebesine çıkarıldı ve çoktan melek olma yolunda olan trans-materyal canlılar olarak tanındılar.
Bu düşüncelerin sonucu olarak etten “giysilerini” küçümseyen Katharların –kendilerini İyi Hıristiyanlar (Bons Chrétiens) olarak tanımlardılar– inanılmaz çileci ritüeller benimsediği söyleniyor. Consolamentum’dan geçen bazı Katharlar, yoz maddeler olan yemek ve içkiden kendi ölümlerini hızlandırmak için endura dedikleri bir süreçten geçiyorlardı. Güçlü iyileşme emareleri gösterenler için yastıkla boğulmak da oldukça faydalıydı. Daha ılımlı dindarlar ise hayvan eti yemekten uzak duruyorlardı.
Evlilik, seks ve özellikle hamilelik, acı çekmedeki rolü göze alındığında büyük günahlar olarak görülüyorlardı ve bekaret idealize ediliyordu. Pek insanca olmalarına rağmen –ve bütün günahların materyal düzlemden silinmesi gerektiğine inan bir doktrine inanıyorlar– Katharlar cinsel sapkınlıklarıyla nam salmışlardı (en azından Vatikan kaynakları buna işaret ediyor). Katolik kilisesinin kabuslarına giren oğlancılık1 ise hamileliğin kaçınılacak bir şey olması yüzünden tercih edilen ilişki biçiminin homoseksüellik ve oğlancılık olmasıydı.
Kiliseyi çoktan yoz ve kurtarılamaz olarak görenlerin arasında Kathar heretiklerinin düşünceleri çoktan yankı bulmaya başlamış ve güçlü bir destek çekmişti. Bu tabii ki Vatikan için tahammül edilemez bir durum haline geldi ve 1209’da Papa III. Innocentius kâfirlerin icabına bakmak için bir sefer başlattı. Seferler 1229’da bittiğinde yaşanan çatışmalar yaklaşık bir milyona yakın insanın ölümüne sebep oldu.
Fakat anlaşmazlık bittikten çok sonra da Katharlılara yapılan baskılar devam etti. The Ordo Praedicatorum (Dominikan Rahipleri) 1216’da (Montfort’un şehri ele geçirmesinin ardından çok zaman geçmemişti) teolojik kâfirlikle mücadele etmek için kuruldu. Ardından geride kalan ve saklanan Katharların kökünü kazımak için 1229’da Toulouse Konseyi tarafından Engizisyon kuruldu. Ancak yaklaşık bir asır sonraya kadar kâfir tehdidinin kökünün kurutulduğuna inanıldı (fakat bu bölge yakında Fransız Din Savaşlarının patlak vermesine sebep olacak Protestanlığın yuvası oldu).
Vatikan, Katharlılara merhamet göstermedi çünkü Hıristiyan Kilisesine ilk günlerden itibaren meydan okuyan, neredeyse yok eden ve düzenli aralıklarla ortaya çıkan sapkınlık silsilesinin son ve en yeni tekerrürüydü. Aynı zamanda Katharlılar diğer tüm rakiplerde de tutarlı bir şekilde gözlemlenebilecek bir görüş sistemine mensuptular: Gnostisizm.
Gnostisizm
Yunanca Gnosis “bilgi” anlamına gelir ve Gnostik olmak spesifik bir bilgiye sahip olma anlamı taşır: dünyanın olması gerektiği şeklinde olmadığı gerçekliği.
Kısaca The Matrix hayranları için bir din diyebiliriz
Evvela çoğu araştırmacıya göre, Gnostisizm Rabbi-karşıtı Yahudi mistisizm tarikatleri ve Hıristiyanlığın ortaya çıkışından birkaç asır sonra Yunancada neşet etmiş Akdeniz felsefelerinin çarpışmasıyla yeşermeye başladı. İçinde Pythagoras ve Platon’un da olduğu bu felsefe mutlak, soyut, maddesel-olmayan, yalnızca akıl ile ulaşılabileceği bir üst dünyaya inanıyordu. Bu fikirler yeni dinle o kadar kolay bir şekilde iç içe geçti ki bazı araştırmacılar Gnostisizm için “Hıristiyanlığın ani Helenizasyonu” ifadesini kullandı. Bu düzinelerce (belki yüzlerce) büyük Gnostik mezhepleri ortaya çıkardı, rivayete göre Resmi Kilisenin ve kanonik doktrinin ortaya çıkışı özellikle bu fenomeni ezme çabasıyla bağlantılıdır.
Gnostisizmin pek çok çeşidi olsa da istikrarlı bir biçimde hepsi şu temel ilkeler etrafında şekilleniyor (spoiler: ve şekillenmeye devam ediyor): maddesel gerçekliğin sahte olduğu veya maddenin bir şekilde yozlaştığı, insanların bu sahte dünyaya iradeleri dışında getirildiği ve acı çekmeye mahkûm edildiği, sahte dünyadan kaçılabileceği, aşılabileceği veya bu dünyanın ruh sayesinde spiritüel düzlem (Pneuma) ile kurulabilecek bağlantılar sayesinde düzeltilebileceği ve gizli bilgilere erişim olduğudur (Gnosis). Algılanabilen dünya şeytani olduğundan bu bilgilere deneysel gözlemlerle ulaşılamaz, bunlara sadece içsel algıların, özel bir bilincin gelişmesi veya tamamen soyut düşünme sayesinde ulaşılabilir.
Genellikle bu sahte fiziksel dünya genelde gerçek tanrıyı veya tanrıları (bunlar genellikle pek çok tanrının bulunduğu ve Demiurgos’un da üyesi olduğu Aeons’tadır) yardımcıları/ mimarları yani Archonları sayesinde kandıran, uzak tutan, tuzağa düşüren bir Demiurgos tarafından yaratılmıştır. Hıristiyan-Gnostik gelenekte ise bu Demiurgos Musevilerin tanrısı olan Yehova ile tanımlanmıştır ki bu yüzden pek çok Gnostik mezhebin Yahudilere karşı derin bir antipatisi vardır (önde gelen Musevilik araştırmacısı olan Gershom Scholem gnostisizmi gelmiş geçmiş “en büyük metafiziksel anti-semitizm davası” olarak adlandırır).
Son olarak doğası gereği Gnostisizm her zaman yalnızca seçkinlerin maneviyatıydı. Yalnızca seçilmiş insanlar bu pis fiziksel dünyadan kurtuluşu ve aşkınlığın ezoterik bilgisini kavrayabilirdi.
Tekrar ve tekrar bu inançlar Hıristiyan müesses nizamına zarar verecek şekillerde farklı tarikatlar olarak ortaya çıktı.
Bazilikalılar gibi tarikatler gerçek Tanrı’nın, İsa’nın suretindeki Aklın Ebediyetini (Nous) cehennemdeki 365 katın en altındaki bu aldatmaca dünyaya insanlığa Gnosis olarak gönderdğine inanıyorlardı (Ardından Ebediyet-İsa Romalıları etten ve kemikten olan bahtsız bir adamı kendi yerine çarmıha germeleri için kandırdı). Ofitler ise bilgiyi Adem ve Havva’dan gizli tutmak isteyen tanrı Ialdabaoth’un planlarını cesurca önleyen yılanı anmak için yılanlara tapıyorlardı.
İşte geldik benim favorim, Gnosis’in onlara maddesel gerçekliği aşmalarına izin verdiğini bu yüzden On Buyruk yasalarına uymak zorunda olmadıklarını fark eden kötü şöhretli Karpokratesçilere. Dahası tutsaklıktan kaçmak için ruhların yaşam boyunca günahlar da dâhil olmak üzere her hissi deneyim etmelerine inanıyorlardı. Bu aşırı özgürlükçülüğe iman grup seks cümbüşlerine, cinayetlere ve “ne duymaya ne de dillendirilmeye cesaret edilebilen her şeyle” (İzmirli Irenaeus’un dediği gibi) ilgilenmeye sebep oldu ve kökü kurutulmadan önce tüm Yunan dünyasını sarstı.
Yüzyıllar yüzyılları takip etti ve Gnostisizm her zaman yeni bir tarikat üretmek için geri döndü. Asla bizden uzaklaşmadı.
Doğanın Hapsinden Kaçmak
2018’de cinsiyet camiasının derinlikleri iyice genişledi ve ortaya Cinsiyet İvmelenmesi: Bir Kara Reçete çıktı. Anonim bir trans kadın tarafından yazılan yazı, fiziksel dünyanın telakki ettiği masküleniteye, cinsiyet ikiliğine ve bunun yüzünden doğan ızdıraba öfke saçıyor. Ardından “Eski Ahit tanrısının sahtekar bir Demiurgos olduğu Gnostik görüşüne” doğrudan atıfta bulunarak “insanlığa ve insan medeniyetine hizmet eden biri olmak, barış, eşitlik ve türün devamını [dünyada olduğu şekilde] istemek kırılgan ve kendi haklılığına inanan bir tirana hizmet etme ortodoksisi(?) anlamına geldiğini söylüyor.
Bu yüzden “Cinsiyet organsız vücut kendini Dünyadaki Lilith’in [Gnostik dişi-şeytan] Erkek ve Tanrı’nın baskıcı nizamından kurtulma, fragmantasyonun ve bireyselleşmenin hızlanması projesi olarak kendini gösteriyor.” Böylece biyotıp ve sibernetik hakkındaki bilgilerimizin artması ve hızlanmasıyla vücut “kendi arzularını tekno-sermaye matriksine, saf üretkenliğe, farklılığın üretkenliğine aktarabilir” Bu vizyona göre:
[T]rans kadınlar kendilerini artan çok sayıda konfigürasyona doğru dışsal olarak üreten tekno-sermayedir. Şu anki haliyle bildiğimiz trans kadınlar, tekno-sermayenin insan ırkıyla birleşimidir ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda yaparlar… Bu pek şanslı bir azınlığı, otomatik üretim lezbiyen şeytanlara çıkan bir yolda insan olmanın kötücül lanetinden kurtarıyor.
Fakat, nihai olarak: “Şu anki halleriyle trans kadınlar yalnızca bir başlangıç. Yapay zekâ ile feminen olan sonunda patriyarkadan ve aynı zamanda insanlıktan çıkış yolunu bulacak.”
Bu marjinal derecede viral olmuş yazı internetteki çılgın birinin parmaklarından çıkmış uç bir iş olabilir fakat “insan olmanın kötücül lanetinden” kaçmak için yaptığı ıstırap dolu yozluğun yeniden nizamı, maddenin hapsi ve nihai olarak tamamen dijital olma feryadı derin dehlizlerde dolaşan daha büyük toplumsal sorunları can damarından vuruyor.
Marry Harrington’ın isabetli bir şekilde gözlemlediği gibi, bu “teknolojinin gerçekleşmesine yardımcı olacağı cinsiyet üretimi limanından çıkış bize kendi doğamıza üstünlük kurma” ümidine sahip “biyoliberteryen” hayaller daha geniş çaplı, kendini yineleyen, özgürleştirici bir neoliberal projeyle alakalıdır.
Aynı zamanda burada sunulan şey liberal feminizmin nihai bir zaferi de değil: “tüm dizginlerin yok olması ve böylece en ufak maskülenite kırıntılarının bile düzenin soyut prensibinde sınırlanması.” Harrington’a göre tüm bunlar Simone de Beauvoir ve Shulamith Firestone gibi (“Doğanın inatçı otoritesine” karşı bir devrim çağrısı yapan Kelly Oliver’ı da buraya ekleyebilirim) radikal feministlerin düşünce sistemlerinde var. Harrington’ın sorguladığı şey ise geriye kaç tane “vücut bulmayı, birbirine bağlılığı ve biyoliberal çözülmeye karşı insan ilişkilerinin müdafasını” savunan “biyorealist” feministlerin olduğu sorusuyla başbaşa kalıyor.
Fakat Gnostisizmin çekimi mutlak olarak herhangi bir siyasi projeden çok daha etkili. Genç insanların giderek artan şekilde çocuk sahibi olmak yerine sterilizasyonu seçmesini konu alan Suzy Weiss’ın raporundaki şu paragrafa göz atalım:
Yeni bir ankete göre Z kuşağının %39’u İklim Kıyameti korkusuyla çocuk sahibi olmakta tereddütteler. Michigan’da yapılan ve ülkedeki yetişkin nüfusunun temsili olan bir çalışmaya göre yetişkinlerin çeyreğinden fazlası kendi seçimleri doğrultusunda çocuk sahibi olmuyorlar. Institute of Family Studies’in [Tr: Aile Çalışmaları Kurumu] yaptığı bir çalışmaya göre ise yetişkinlerin çocuk yapma isteği pandeminin başında %17 kadar azaldı. Antinatalist beyanı veren 28 yaşındaki Isabel ise şöyle söylüyor: “Bu dünyaya bir çocuk getirmek ahlaki olarak yanlış. Hayatları ne kadar iyi olursa olsun acı çekecekler.”
Elbette acı çekecekler; hayat böyledir ya. Bu yüzden Gnostisizm her zaman kendini ortaya çıkaracak çünkü nihayetinde en zor teolojik sorulara cevap veriyor: Eğer Tanrı varsa ve iyiyse o zaman neden acı çekiyoruz? Eğer bu ilahi varlık şeytani bir sahtekârsa, bizim ulaşamayacağımız bir yerdeyse veya öldüyse o zaman Gnosis önümüze insanın kontrolünde olan alternatif bir yol seriyor.
Kontrol buradaki anahtar kelime. Artık Batı’daki çoğu kişi pek dindar değil (veya öyle olmadıklarını düşünüyorlar). Elbette orijinal Gnostiklerin okült ritüellerini, dualarını ve büyülerini aptalca bulurlar. Bizim çağımızda bilim, teknoloji ve mantık gözle görülür bir şekilde yönetmen koltuğunda.
Paul Kingsnorth’un da işaret ettiği gibi insanoğlu için büyü ve bilim arasındaki çizgi oldukça ince. Ardından şöyle devam ediyor.
Fransis Bacon’un yaptığı bilim tanımı: Şeylerin sebeplerinin ve gizli devinimlerinin bilgisi, insan imparatorluğunun genişlemesi ve muhtemel her şeyi etkilemesi.
Şimdi de okültist Aleister Crowley’nin büyü tanımına bakalım: İstenç ile uyumda değişiklik meydana getirme sanatı ve bilimi.
Bu iki tanım birileri farkında olmadan yer değiştirilebilir. İkisini birbirine bağlayan parça ise kontrol. Hem bilimsel girişim, hem de büyü arayışı (kökünde) ortak bir arzudan türüyor: dünyayı tanıma ve onu istencimize göre bükme. İki durumda da istenç anahtar kelime. Okültüzmin öncüsü ve kendine “Great Beast” [Tr: Büyük Canavar] lakabını veren Aleister Crowley 20. Yüzyılın başlarında kendi dini Thelema’yı yaratıp şu ilk meşhur buyruğu verdi: içinden geleni yap, hakikat odur. Thelama’nın güllerinin yaprağı solmuş olabilir fakat Crowley’nin bu vecizesi içinde bulunduğumuz bu kültür kurucu nitelik taşıyor.
Kingsnorth ardından bu kontrol açlığını, “modernitenin dünya görüşünü” Fransız düşünür Jacues Ellul’ün Technique konpsepti üzerinden biçimlendiriyor. Ellul Technique’i şöyle tanımlıyor: “İnsanın şeyler üstünde akıl yoluyla usta olma endişesinin bilinçaltında yatan için sorumluluk alarak, nitel olanı nicel yaparak, doğanın kesin ve net çizgilerini çizerek, kaosu yakalayarak ve buna bir nizam getirerek eyleme dönüştürmesidir.”
Ki bu da Gnosis’e oldukça yakın.
Bilimsel Gnostisizm
Fakat eski Gnostisizmden ayıran en azından bir faktör var (veya vardı). James Lindsay’in de belirttiği gibi bilim “tanımı gereği Gnostisizm-karşıtıdır,” çünkü, amaçlandığı gibi uygulanırsa bilim doğayı empirik mantıkla olduğu gibi gözlemler. Bu da bilimin fiziksel dünyadaki kanıtları inceledeği anlamına gelir ve ardından gerçekliğin gözlemi üstüne teorik sonuçlarını –bilgisini– inşa eder. Bunun ardından bilimi “hayatlarımızı gerçeklikle daha uyumlu bir hale getirmek ve gerçeklikte daha başarılı olmak” için kullanabiliriz.
Aksine Lindsay “dünyanın şu anki çılgınlığının Gnostisizmin “parazitik umacısı” ve spesifik olarak kategorize ettiği “Bilimsel Gnostisizm”den kaynaklandığı teşhisini yapıyor. Bilimsel Gnostisizmi bilimden farklı yapan şeyse yukarıdaki süreci tersine çevirmesi: Bilimsel Gnostisizm Teorisinin sonuçlarını (Buradaki Teori onun Gnosisi) dünyanın empirik gözleminin önüne koyuyor. Bu yüzden:
Teori gerçekliğin üstüne çıkıyor ve doğru anlayışı sağlıyor, böylece yalnızca bu Teoriyi kabul edenler gerçekliği anlayabilenler oluyorlar. Sosyalizm yalnızca Bilimsel Gnostik olan Sosyalist İnsan tarafından düzgün bir şekilde anlaşılabilir.
Eğer dünya Teoriye uygunluk göstermiyorsa o zaman dünya yanlıştır ve “doğru olmayan şeylerin doğrulunu aramayı dener.” Bu yüzden George Orwell 1984’de Parti için 2+2’nin 5 olma zorunluluğunu şöyle açıklıyor: çünkü “pozisyonlarının mantığı bunu gerektiriyor. Yalnızca deneyimlerin geçerliliği değil fakat dışsal gerçekliğin tüm özü üstü kapalı bir şekilde felsefeleri tarafından reddediliyor. Sapkınlığın sapkınlığı sağduyu haline geliyor.”
Bilimsel Gnostisizmin Lindsay’in uyardığı gibi “insanların yeşertmeyi başarabildiği ideolojiler soyunun belki de en zararlısı” olması kuvvetle muhtemel.
Ne yazık ki Batı’nın Yeni İnancı, dijital devrim ile birleşen Protestan sapkınlığının bilinçaltı katmanlarının üstüne çıkmış Bilimsel Gnostisizmmiş gibi görünüyor.
Dijital Fey
“S*kimde değil…Twitter gerçek bir yer değil!”
David Chapelle The Closer şovunda cesurca dillendirdi bunu. Fakat dikkatli yaklaşmalıyız: Twitter gerçek bir yer değil mi?
Twitter elbette fiziksel bir yer değil, birkaç server çiftliğini ve Hipster Rasputin’in ofislerini saymazsak. Twitter’da olup bitenler aynı zamanda nasıl oluyorsa gazetecilerin sürekli tekrar keşfedip şoke oldukları bir gerçek ama zamanda “gerçek hayattaki” çoğu insanın inandığı şeyleri temsil de etmiyor.
Fakat Twitter bir çeşit mekan, bir şeylerin olup bittiği bir mekan. Bu şeylerin de gerçek dünyaya etkisi var. Siz bunu okuyorken insanlar Twitter’da tartışıyor. Gazeteciler tüm fikirlerini ve bilgilerini Twitter’dan aldıkları için internette ne tartışılıyorsa yarın gazetelerde olacak. Politikacılar da pozisyonlarını gazetelerde okudukları şeylere göre şekillendirkleri için kamera önüne çıktıklarında bunlar hakkında sinirli yorumlar yapacaklar. Ardından Twitter’daki insanlar politikacıların dedikleri üzerine tartışmaya başlayacaklar.
Belki de benim kadar havalı olduğunuz için Twitter kullanmıyorsunuz, bu yüzden de insanların şu an “orada” toplanan insanların ne hakkıjnda tartıştığını bilmiyorsunuz. Üzücü bir şekilde ne kadar görmezden gelirsek gelelim Twitter’ın ve internetin hala üzerimizde etkileri olabilir. Sonuçta köylüler Acropolis’te, Çar’ın avlusunda veya Politbüro’da neler konuşulduğunu bilmiyordu fakat bu postacının veya vergi memurunun elinde hayatlarını yıkıcı derecede etkileyecek kararlarla kapıda belirmesini engellemiyordu.
Cehennem internetteki diğer insanlar olduğundan hayatınızda hiçbir zaman akıllı telefon kullanmamış olsanız bile Twitter size ulaşıp hayatınızı mahvedebilir. Mesela parmaklarını yanlış yöne esnettiği için süpervizörü tarafından işinden kovulduğu haberini aldıktan sonra hayatının internet tarafından cancel edildiğini öğrenen şu gence internetin hayatı üzerinde etkisi olup olmadığını soralım. Tüm bu deneyim kafa karıştıcı bir şoktu. “Bir erkek hatalarından öğrenebilir” dedi Yascha Mounk’a şaşırmış dost. “Fakat bundan ne öğrenebilirim ki? Sanki üstüme bir yıldırım düştü.”
Bu yüzden Twitter biraz Olympus Dağı’nı andırıyor. Tanrıların yukarıda ne konuştuğundan haberiniz yok, ziyaret edebileceğiniz fiziksel bir mekan değil fakat bir gün Hera, Zeus’un ördeğe dönüşüp annenizle yattığını öğrenip sizi İonia sınırlarından bir yıldırımla uçurabilir.
İnternet “gerçek bir yer” olmayabilir fakat internet orada bir yerde, aşağıda ve yukarıda, gerçeklilkle iç içe geçmiş bir şekilde var oluyor. Pek çok internet şirketi gerçeğin üstüne sanal alemi koyan bir “arttırılm gerçeklik” uygulaması geliştirmeyi denedi. Fakat pek çok yönden bu büyük bir atılım değildi: çevrimiçi yaşam çoktan hayatın kaçınılmaz bir parçası oldu. İnternet yazarı Katherine Dee’nin kısa bir süre önce belirttiği gibi:
Bana öyle geliyor ki internet yaşama paralel olmaktan, yaşam alternatifine evrildi ardından kendini ikisinin ortasına konuşladı fakat en büyük değişiklik her zaman aktif ve bizi sürükleyeci hale gelmesi oldu.
Kendini internetin kollarına bırakanlar için bu gizemli gücün etkisi oldukça büyük oldu. Örnek olarak genç kızların Tikok’ta tourette sendromlu kişileri izleyip tik geliştirmesini –istemsiz vücut hareketlerinin ve sözlerin patlak vermesi- verebiliriz. Dijital hiçliğe ne kadar uzun süre bakarsanız dijital hiçlik de size bakmaya başlar.
Belki de Keltik mitolojisinin bizim dünyamızla birlikte var olan hatta sık sık bizim dünyamızla çakışan Fey’i, Olympus Dağı’ndan daha iyi bir anoloji olacaktır. Dünyalar arası sınırların silik ve zayıf olduğu bu yerlerde, Fey’de gerçekleşenler (ve yaşananlar) bizim dünyamızı etkileyebilir keza tam tersi de olabilir. Bu yüzden diğer taraftan gelecek kötücül güçlere karşı biri yanında her zaman Soğuk Demir taşıdığından emin olmalı. Tıpkı eski dünyada olduğu gibi kötücül ruhları ve istenmedik belaları üstünüze çekmemek için yanlışlıkla tabu büyü cümleleri veya sembollerini dile getirmemeye çok dikkat etmelisiniz.
Bizim dijital Fey’imiz de bir bakıma böyle. Her zaman burada ve onunla hiçbir alakamız olmasa bile “sürükleyici.”
Lüks Gnostisizmi ve Siyasi Düzen
Çoğumuz için bu dijital dünya, çalışmaktan alışverişe, ilişkilerden cinsel etkileşimlere kadar hayatımızın çoğu alanına hükmediyor. Elbette bazı insanlar bundan oldukça hoşnutlar. Hayatlarını yalnızca daha kolay ve rahat yapmıyor aynı zamanda iki yaşam tarzı şeklini alıyor: Bilimsel Gnostisizm ve teknokratik (oligarşik) yönetim.
En zenginler ve güçlüler için bu dünya (ki bunu onlar inşa etti) geniş, küresel bir krallık ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir biçimde onların kontrolü altında. (katılım göstermeye niyetleri olsa da olmasa da)
Rahip sınıfına gelirsek, Gnosis sahipleri, bu durum onlar için Teorinin inatçı doğayla tutacağı güreşe, akışkan anlatıların sıradan ve sabit gerçekliğe karşı galip gelmesine, dünyanın tüm yoz geleneksel bağlarının koparılmasına ve atomlarının daha doğru ve arzulanabilir bir şekilde yeniden konfigüre edilmesi anlamına geliyor.
Ardından orta ve alt sınıflara özgürlük olarak mülksüzleşme ve bedensizleşme sunulabilir. Hala dünyanın keyifsizliğine tutulmak zorunda kalan “esas unsur” işçi sınıfı ise otomasyon gelip de onları devereden çıkarana kadar göz ardı edilebilir.
Harrington’ın Lüks Gnostisizm olarak adlandırdığı bu zehirli hayal gitgide seçkinleri çoğu insanın hala gerçeklik olarak tanımladığı şeyden uzaklaştırıyor. Christopher Lasch bu durumun teşhisini 25 sene önce The Revolt of the Elites kitabında çoktan yapmıştı:
Düşünen sınıf kendini geri alınamaz bir biçimde yaşamın fiziksel tarafından soyutladı. İş gücüyle tek alakaları müşterileri. Ehemmiyetli veya dayanıklı bir şey yapma tecrübeleri yok. Soyutlamalar ve imgelemler dünyasında yaşıyorlar, geçrekliğin bilgisayar tarafından verisinin çıkarıldığı bir dünya, başkalarının da dediği gibi “hipergerçeklik”, sıradan erkek veya kadınların yaşadığı hissedilebilir ve hazırda olan dünyadan farklı. “Gerçekliğin sosyal inşası”na olan inançları, postmodernist düşüncenin ana dogması, insan kontrolüne direnen (kaçınılmaz olarak tanıdık ve güven veren her şeyin de) her şeyin dışlandığı yapay yaşam tecrübelerini yansıtıyor. Kontrol onların takıntısı haline geldi. Kendilerini riskten ve bulaştan, insan hayatını tehlikeye atan tahmin edilemez riskler, izole etme dürtüleri düşünen sınıfın yalnızca etraflarındaki sıradan dünyadan değil aynı zamanda gerçeklikten de çıkmasına sebep oldu.
Asıl soru bu yola diğer herkesi çekip çekmede başarılı olup olamayacakları.
Gnostiklere Verilen Tepkiler
Herkes bu yaşananlardan oldukça memnun sayılmaz. Pek çok kişi neredeyse her şeyin her zaman aktif dijital dünyadan geçmesini bir kabus gibi buluyor ve muhtemelen depresyon ve anksiyete oranlarının rekok seviyede yüksek olması tesadüf değil. Amerikanların %64’ü, ki Z nesli’nin (16-27 yaş grubu) bir ankete “hayatın sosyal medyadan önce daha iyi olduğunu” ve neredeyse %40’ı da sosyal medyanın onları daha “yalnız” hissettirdiğini belirtti.
Bu sırada Lüks Gnostisizmin tatlı cazibesi sözü verilen sonsuz zenginlik, özgürleşme ve mutluluğu sağlamıyor. Bunun yerine dijital, güçsüz kılma ve totaliteryen kontrol için mükemmel bir şekilde tasarlanmış gibi duruyor. Otoritelerin tutarsızlığının üstü dikkat dağıtarak, yanlış yönlendirerek ve dahası yalanla örütülüyor. Anlatıların ve normların sürekli olarak değişmesi, tüm çekilmiş sınırların, mantıksal ve kavramsal da dahil olmak üzere yıkımı tanımı olan hiçbir şey bırakmadı. İki artı iki artık beş ediyor, belki yarın üç edecek. Artık insan olmanın anlamı bile sağlam temellere dayanmıyor.
Kingsnorth’un da yazdığı gibi modernitenin sistemleri birbirine kenetli: (Makine)
İçinde yaşadığımız çağın atalarımız tarafından apokaliptik bulunacağı söylemini abartılu bulmuyorum. Gelişmiş toplumlarda maruz kaldığımız kontrol ve gözetim, onlarca yıldır ivmeleniyor gakat 2020’lerde artık ışık hızına ulaştı, bizi adeta dijital esir kampında mahsur tutuyor. Batı’da politik spektrum farketmeksizin yükselen paronaya –öfke ve kafa karışıklığı; tutulmayan sözler ve çöken sistemler- ve bunların arkasında bıraktığı izler bizi Makinenin konsolide olmasına götürüyor. Bu büyük matrix bizi insan olmayı anlamaktan alıkoyuyor ve bunun yerine bizi kendini yaratma dürtüsüne hizmet edecek yalnız çarklar yapıyor.
Makine bizi evsiz yapıyor ve bunu yapmak için dizayn edilmiş. Doğadaki köklerimizi, zamanda ve mekanda olan gerçek kültürlerimizi, ilahi merkezle olan bağlarımızı söküp atıyor. Onun yerine bize kültüre düşman, her zaman müşteri olan, planlı, gözetimli, kontrol edilen, Akıllı, sınırsız, kar edilebilen, ruhu olmayan, darmadağınık gerçeklikten kopmuş kimin tarafından yönetildiği bile belli olmayan ekranlardan gözetlenen hayatlar sunuluyor.
Bazıları için bu tüm bu köklerin kesilmesinden doğan çalkantı yaşamı adeta bir sirke çevirdi bile: kafa karıştırıcı, grotesk, absürt olanın yüceliği. Otoriteye olan güvenlerini tamamen yok olmuş yeni Sağ bu yer için en iyi adı buldu: Soytarı Dünya. (Clown World)
Soytarı Dünya kasten ve kötü niyetli bir şekilde gerçeklikten ayrıştırılmıştır. Soytarı Dünya’da yaptığın hiçbir şeyin önemi yoktur fakat herkes bağırışlarını duyabilir.
Gnostik karşıtlığı tahmin edilemez derecelerde artacak. İronik olarak çevrimiçi bir fenomen (ipleri gençler tarafından çekildiği için) olarak kalsa da bu hareket tam gaz fiziksel, doğal, zaman testine tabi tutulmuş ve geleneksel olanı benimsiyor ve kutluyor. İyi veya kötü bu trend şaşırtıcı olmayarak popülizmle, gericilikle ve muhafazakar gelenekçilikle birleşti.
Yakından bak ve meme’lerini gördüğünde onları tanımış olursun.
Orijinal olarak gerçekleri korkusuzca konuşan kişi anlamına gelen “Based” sözcüğü daha genel bir gücünü gerçeklikten, sarsılmaz ve dayanıklı olan anlamına evrilmiştir ve artık genel olarak gelenekçi konseptlerden ve uygulamalardan bahsederken kullanılır.
Veya gerçekliğe geri dön, internet dünyasından çık ve dışarıya çık anlamına gelen “Çimene dokun” meme’i açıkca Gnostisizm karşıtıdır ve aynı zamanda kişinin hayatındaki önceliklerini düzenlemesine ve duygusal temellerini tekrar kazanmasına da işarete eder.
Fakat dürüst olmak gerekirse kimse Gnostisizm karşıtlığını Yeni Sağ’ın çılgın korsan kingi Bronze Age Pervert kadar popularize etmemiştir. Kendi yayınladığı Bronze Age Mindset kitabında genç erkekleri Soytarı Dünya’nın dışında kalmayı ve arkadaşlığa, fitness’a, güneşlenmeye, erkek dostluğuna ve medeniyet-sonrası savaşa odaklanmaları için teşvik eder.
Birlikte bu çökmüş, kanserli ve kokuşmuş dünyamızda somut olan ve elde edebileceklerimiz için mücadel edelim. “Kusursuz zihin” veya “kusursuz ruh” peşinden gitmek için vücudunu unutanların nereden başlaması gerektiği hakkında en ufak bir fikri bile yok. Yalnızca fiziksel güzellik gerçek yüksek kültürün, zihnin ve ruhun temelidir. Yalnızca güneş ve çelik size yolu gösterecek.
BAP’ın “güneş ve çelik” reçetesi Nobel-Ödülü Adayı Japon yazar Yukio Mishima’ya bir atıf. Mishima gençliğe güce ve güzelliğe tapıyordu, vücut geliştirme tarikatinden milliyetçi bir milis kuvvet yarattı ve Harakiri yapmadan önce bir Japon askeri üssünü basarak çok geç olmadan Japonya’yı demokrasiyi terk etmek için ikna etmeye çalıştı.
Gerici Gnostisizm
Bizi irademiz dışında tutsak eden yeri tarif etmek için kullanılan dile dikkat ettiniz mi? Yalanlarla dolu sahtelikler dünyası; “Soytarı Dünya”, “büyük matrix”, hiper-gerçeklik, Dee tarafından tarif edildiği gibi o kadar kapsayıcı bir alem ki “buradan ‘kaçabildiğini’ düşünenler, çimene dokunanlar bile aslında çıkamadı” çünkü sınırlar herkes ve her şey için kalktı yalnızca kronik çevrimiçi insanlar için değil.” BAP’ın da ifade ettiği gibi “Birinin kaçış yok diye hissettiğidir çaresizliğin, tutsak kalmanın ve yorgunluğun paniği”
Tekrar Gnostisizme bir dönüş yapıyoruz.
Doğal olarak BAP da:
[İnsan] özellikle bu geç medeniyet döneminde dehşetengiz bir şüpheye kapılıyor… olağanüstü bir şüphe… dünyanın yapay olduğu şüphesi. Artık içinde yaşadığı cehennemin bir Demiurgos tarafından yaratıldığını ve bizim acılarımızı izlediğini, onun ve hizmetkârlarının acılarımızla beslendiğini hissetmeye başlayacak. Uzak bir gelecekte insan inovasyonu kontrolsüz bırakılmaya devam ederse gerçekten de Gnostiklerin korktuğu dünyada yaşayacağız. Gençlikle dolu insanlara ana karnında bahşedilen canlı yaşam ve enerji sosnuza kadar “yanlış konfigüre edilen madde” içinde tutsak kalacak bu madde içsel dürtülerine ve çalışmasına tamamen yabancı, fakat başka bir şeyin çıkarı için süslü hale getirilecek. Pek çok açıdan yaşadığımız dünya Gnostiklerin yaşadığı cehennemi andırıyor, medeniyet ile modernitenin acısını en derinden hissedenlerin, transseksüellerin buna verdiği cevap ise farkında olmadan doğadan daha da ayrılmak.
Fakat burada bahsedilen diğer Gnostiklerin aksine, BAP tutsaklığımız için Philip K. Dick’e borçlu olarak modern yaşam denilen “Demir Zindan”ı sorumlu tutuyor: “Pelasglı pedofili sapık Socrates” bize ‘akıl’ hayalini sattı. Daha da kötüsü “İncil’i bile geçen antik bir ön yargı olan Yahudi’nin maddeye nefretini.” Sonucunda ise “agresif-nerdlük” olarak kutsal Logos’a (kelime, akıl) tapınma, Hıristiyanlığın bunu takip etmesi ve şimdi de modernitenin düşünen sınıflarını etkilemesi.
Şimdi de Logos’a karşı topyekûn bir başkaldırı:
“Başlangıçta kelam mı vardı? HAYIR! Başlangıçta Alkibiades gibi adamları yaratan şeytani ateş vardı, böyle adamlar şehirleri dize getirip tüm saçmalıklarını açığa çıkarıyordu. Böyle adamlar bizim düşmanımız olması için doğa tarafından gönderilir. En büyük temizliği yaparlar.”
Nietzsche (BAP büyük bir hayranı) eski Yunanlara göre iki farklı insan ethosunun ayrımını yapar: Apollonik ve Dionizyak. Güneş tanrısı Apollo’nun ışığı ve netliği rasyonel olandı, aklın dünyasının bir çerçeveye oturulması; saf mantık, kutsal harmoni ve üst düzen. Gecenin ritüel-çılgını sarhoş şarap tanrısı Dionysus ise vücudun ve ruhun derinliklerinin içindeki tutkunun, kaosun ve yaratıcılığın; bunlara vurulan engellerden, yapılardan ve limitlerden kurtulmanın temsilcisiydi.
Başka bir yerde amacının “apolojist olmadan, doğanın gerçeklerinin rejim tarafından artan bir şekilde, baskıyla zorla ve şiddetle alıkonulduğunu gözler önüne sermek” olduğunu söylese de BAP’ın vitalist romantizmi, şehirlerin alevler içinde yanması isteği ve daha basit, ilksel bir Hyborian Çağı’na dönüş2 isteği rahatlıkla çağımızın akışkan modernitesinin entelijansiyasını ve “tekno-sermaye” yandaşlarını yöneten Apollonik Gnostisizmine karşı bir çeşit Dionizyak Gnostisizmi olarak görülebilir.
Gerçekliğe Dönüş
Belki dünyada yaşanan siyasi mücadelerin birçoğunun artık “siyasetle” alakası olmadığına inanmaya isteklisinizdir. Verilen mücadele gerçekliği kimin, nasıl tanımlayacağıyla alakalı.
Antik Gnostik düşüncesinin yedi başlı ejderi hiçbir zaman yok edilemedi ve bu dizginsiz modern Gnostisizm bugünün büyük yabancılaşma ve uyuşmazlığın köklerinde yatıyor.
Belki de insanların büyük çoğunluğu gerçekten bu ivmelenen trenden artık Tam Otomatik Lüks Gnostisizm “ilerlemesine” varmadan inmeyi tercih edebilir fakat kapıların herhangi bir istikrara ve akıl sağlına çabucak kapandığı hissi oldukça güçlü.
Artık iddia edebilirim ki gerçeklikle tekrar bağlantı kurmak ve buna dönüş için oldukça yoğun ve büyüyen popüler bir açlık var. Liderlerimiz ve gelecekte lider olacak kişiler bunun farkına varmalı ve bunun henüz çalkalanmalarını gördüğümüz aşikâr olmayan bir siyasi güç olduğunu anlamalı.
Eğer siyasi liderler bu ihtiyacı gideremezse, BAP gibi insanlar giderir. Eski Trump yönetimi üyesi Michael Anton’un da kabul ettiği gibi: “Ciddi bir retorik eksiğimiz olduğunu kabul etmeliyiz ve bunu nasıl aşacağımızı öğrenmeye başlamadık bile. Muhalif gençlerin kalpleri ve zihinleri için verilen savaşta muhafazakârlık kaybederken BAPçılık kazanıyor.” Liberal sol için de durumun farklı olduğunu sanmıyorum.
Fakat bunu yapmanın tek yolu birikmiş hakikatsizlik katmanlarını sağlam temellere bağlanmak için kaldırmak olacaktır, başka balçık tepeleri yaratmak değil.
Ne yazık ki tersi istikamete gidiyoruz gibi gözüküyor.
Çeviri: Kaan İhsan AKSOY
Editör: Fahri Sağyürek
Metnin orijinali:
Teşekkür ederim, beğendim.