Kasım
Ernst Jünger
1959’da Frankfurter Allgemeinen Zeitung’da yayınlanmıştır.
Her sonbahar, beraberinde melankoli meleğini de getirir. Ondan kaçmak değil, ona bir şeyler adamak gerekir. Ölümün gizemini kutlamanın bir yoludur bu; zira ölüm de bir pratik haline gelmelidir. Meyveler olgunlaşır ve toplanır, yapraklar renk değiştirir ve dökülür. Kargalar sürüler halinde toplanır, çıplak tarlaların üzerinde daireler çizerler. Günler kısalır, gece daha erken gelir, ateş ile ışık yeniden keşfedilir. Yılın bu zamanı mezarlık yürüyüşlerinin, tanrıların, gece vakti ziyaretlerinin ve ölülerin bayram zamanıdır. Rüyalar değişmeye başlar, çılgınca şeyler ortaya çıkar. Yılın en gizli dönemi: çetin geceler ve ışık şölenleri. Işık korunur ama artık mağaraların yani evlerin ışığıdır, gizli ve kutlu.
İlk gece donları bahçedeki bütün çiçekleri yok etti: hanımelleri, yıldız çiçekleri, zambaklar, mavi sabah sefaları ve çitin yanındaki renk renk güve otları… Yalnızca kasımpatılar hala alacalı renkleriyle, kimi tam kimi yarım, çiçek açmaya devam ediyor. Bir de aralık ayına dek dayanabilen geç açmış güller. Fındığın sararmış yaprakları, kayının bakır rengi ve yabani asmanın koyu kırmızı yaprakları arasında yürüyenlerin ayak sesleri duyuluyor.
Mürver meyvelerinden bıkmış karatavuklar kırmızı yemişlerin peşine düşüyor. Çimenliklere dalıp solucan arıyorlar. Alakargalarla ağaçkakanlar koruluklardan meyve bahçelerine uçuyor. İspinozlar uyanıyor; mazının küçük kozalaklarına tutunmuşlar. Şakrak kuşu çitin üstüne oturmuş. Kızıl tüyleri yakında karın beyazında parıldayacak.
Henüz açmamış çiçekler çift anlamlıdır: hem vedayı hem geri dönüşü simgelerler. Geç açanlar arasında mavi çiğdem, altın renkli safran çiğdemi ve uzak dağlardan –İspanya’daki Sierra’dan, Yüksek Atlas’tan, Toroslar’dan ve Lübnan’dan– yeni yeni gelen sonbahar çiğdemi vardır. Bazı bahçıvanlar bu çiçekleri yataklarında istemez çünkü onlara geçiciliği, mezarları ve yılın sonunu hatırlatırlar. Ama aynı şey cadı fındığı ve narin kış yasemini için söylenemez. Onlar, ılıman bir sonbaharın ardından çoktan çiçeklerini zorlamaya başlamıştır bile. Bazen hor çiçeği de onlara katılır. İlkbahar, bu çiçeklerde şimdiden ileri karakollarını kurmuştur. Ormanda, kar zambakları açık yeşil kümeler halinde filizlenmektedir.
Bahçesinin bir köşesindeki bahçıvan, dallardan süzülen sis damlaları altında kompost hazırlar. Küf kokusu bahçeyi doldurur, ölü dalların üzerini mildiyö kaplamıştır; bahçıvan, ufalanan topraktan küreğiyle kemikler çıkarır. Fakat yazın bu köşeyi gölgeleyen leylak şimdiden tomurcuklanmıştır; kırmızıya çalan bir renkte kabarır. Gövdesindeki çizgiler, yaklaşan mayıs mucizesine dair bir kehanet gibi durur. Güney duvarının yakınındaki incir ağacıysa çoktan meyveye durmuş: küçükleri yeşil tomurcuklar, büyükleri ise kalın sopalar gibi. Kışı atlatacaklar; gelecek yılın güneşinde şişecek ve eylülde tatlanacaklar.
Çiçek tarhlarının altında bile her şey hala kıpır kıpırken baharın mı yoksa sonbaharın mı geldiğini anlamak zordur. Bir kürek toprağı eşeler ve tarhın dibinde soğanlar belirir. Uçlarından filizler fırlamıştır bile. Süsenlerin tepeleri yeşermiştir, ısırgan köklerinde kırmızı kristaller oluşmuştur. Bütün bunlar bahçıvanın yüreğini sevinç ve güvenle doldurur. Şimdi karın ve humusun altında uyuklayacak, ta ki şubat güneşini hissedene kadar. O zaman uzuvlarını gerip yeniden canlanacaktır. Kardelen, gül soğanı ve kış çiçeği oradadır. Ardından rengarenk çiğdemler, maviyıldız, nergis ve yıldız manolya gelir. Çiçeklerin açışı, derinlerdeki rüyaların yankısını fısıldar.
Kışı atlamak, doğanın en ustaca meziyetlerinden biridir. Kasımın karanlık toprağından fırlayan filizde beklenmedik bir cesaret vardır. Dünyanın kalbi yeni bir ritimle atmaya hazırlanmaktadır; sayısız kalp onun temposuna uyar. Lale, zambak ve jakobinya filizleri çevrelerindeki örtüyü delerek bayram armağanları gibi yükselir. Nasıl ki bir tekerlek, nereye gittiğine bakmadan değişmeyen bir eksen çevresinde dönerse burada da yaşam en içteki hücresinin elle tutulmaz özünün çevresinde döner. Kendi kendine, amaçsızca döner; çiçeğin güzelliği, meyvenin zenginliği hedef değil, yalnızca bir tanıklıktır. Bu atılımda yalnızca büyük bir cesaret değil, derin bir güven de vardır – güneşin geri döneceğine, yaşamı terk etmeyeceğine dair sarsılmaz bir inanç. Fakat bu inançla birlikte, her sonbahar geri dönen o eski kuşku da içimizde sessizce yaşamayı sürdürür.
Erzaklar depolanmıştır. Ambar ve kilerler; tarlalardan, bahçelerden gelen meyvelerle, etle ve şarapla doludur. Tarla fareleri, porsuklar ve sıçanlar; tünellerinin çıkışlarını kapatmış, yazın topladıklarıyla beslenerek uykuya yatmışlardır. Fındık faresi ambarın tavan arasında, dağsıçanıysa yüksek dağlarda kış uykusundadır. Sayısız larva, ağaçların diplerindeki humusta, derelerin tabanında, karla kaplı çayırlarda, koza beşiklerinde birer mumya gibi bekler. Hepsi kışı atlatmaya hazırdır; baharın büyük şöleninde yeniden toplanacaklardır.
Ama bütün bu çabanın ardında, yalnızca umutla yatıştırılabilecek bir kuşku kalır. Kasım ayında toprağa bulanmış eliyle bir çiğdem soğanını tutan bahçıvan, yaz boyunca biriktirilmiş bir emanete bakmaktadır. Soğan, solgun lifleriyle toprağa çoktan tutunmuştur; yeryüzüne güvenmiştir. Güvencesi oradadır. Fakat tohumun içinde bir güven daha parlar: toprağı yarıp çıkacağının kesinliği. Bu, ışığın geri dönüşünün müjdecisidir.
Gri ay1, doğaya bir vedadır. Onunla birlikte yas, cenaze törenleri ve melankoli gelir. Ama aynı zamanda, müjdeleyici güçler de yaklaşır; hasat şenliklerinin ya da bağbozumlarının neşesinden daha sakin, daha gizli bir sevinç filizlenir. Düşlerdeki ölüler yaklaşmaya başlar.
İlkbahar ile kışın, yaşam ile ölümün yer değiştirdiği o büyük paradoks hem korkutur hem de yüreğimizi sevinçle doldurur. Yalnızca karanlık büyümez; güven de büyür. “Her şey bize karşı,” derler Konstanz Gölü kıyısında. Basel’de ilk davullar çalar, Uberlingen’de kamçılar2 şaklar, Rottweil’de çanlar yankılanır. “Karşı” yalnızca Şubat’a, ağaçlara özsuyun yürüdüğü, çılgın varlıkların zafer kazandığı zamana doğru demek değildir. Aynı zamanda gecenin kendisine karşıdır – uzayıp kararan gündüz gecesine, yeni başlamış kış gecesine, doğayla birlikte içine gömüldüğümüz ölüm gecesine karşı.
Karanlık çöktüğünde, umut yanmaya başlar. Toprağın derinliklerindeki her tomurcukta, filizde ve sürgünde bir kıvılcım gibi hareketlenir; onları kendi ışığında birer mum gibi tutuşturur. Ardından ışık şölenleri gelir.
Kaynak:
Yazar: Ernst Jünger
Çevirmen: Ömeridas
Kasım.
Karbatsche, bir tür örgülü kırbaç veya kamçı.



