Uyarı: Bu yazı insan hayatının, hayvan hayatından daha değerli olduğu ön koşuluyla yazılmıştır. Bu ön koşulu kabul etmiyorsanız yazının geri kalanını okumanıza gerek yoktur.
KÜLTÜR SAVAŞI NEDİR
Kültür savaşları iki grup arasında geçen, iki grubun da kendi fikirleri ve eylemlerinin dominant gelmesini sağlamak için verdikleri mücadeledir. Kültür savaşları politik olarak ikiye ayrılmış ve kutuplaşmış toplumlarda görülür. Kültür savaşları genelde güncel Amerikan siyasetini anlatmak için kullanılan bir terimdir fakat Türkiye gibi ülkelerde gelişmişlik farklı algılanabildiğinden bu yazının da konusu olan başıboş köpek sorunu bile bir kültür savaşı malzemesi haline dönüşebilir. Kültür savaşlarının ne olduğunu anlamak için geçtiğimiz Kasım’da görülen Rittenhouse davasına bakmakta fayda var. Rittenhouse davası da tıpkı başıboş köpek sorununda olduğu gibi net ve tartışmaya pek açık değil fakat medyanın ve devletin aldığı ideolojik tutum yüzünden bulandırılmış ve çarpıtılmıştır.
RITTENHOUSE DAVASI
Davayı takip etmeyen okuyucularımız için kısa bir özet geçelim: 23 Ağustos 2020’de Jacob Blake adlı bir siyahinin polis tarafından vurulup öldürülmesi ardından Wisconsin’in bir ilçesi olan Kenosha’da eylemler, isyan ve yağma başlamıştır. 25 Ağustos’da eylemlerin şiddet dozu arttığında yerel mağazaları yağmadan korumaya destek olmaya giden Kyle Rittenhouse, AR-15 tüfeğiyle üç beyaz saldırgandan ikisini öldürüp birini de ölümcül olmayan bir şekilde yaraladı, ardından polise teslim oldu. Dava Rittenhouse’un nefsi müdafaa hakkını kullanıp kullanmadığı üzerineydi. Yaşananların hepsi video olarak belgeli olduğu için 1-19 Kasım arası görülen davada Rittenhouse tüm suçlardan beraat etti. Benim çizdiğim ve yasalarca da böyle olduğu tasdik edilen portreye göre çok da tartışmalı bir şey yok. Şimdi medya Rittenhouse davası hakkında ne dediğine ana akım Amerikan medyasının özeti olan Yunus Emre Erdölen’in sözleriyle bir bakalım:
Olaya katılan herkes beyaz hatta videolarda da gözüküyor ki nefret söyleminde bulunan tek vurulmadan hemen önce 'shoot me nigga' diyen Joseph Rosenbaum. Rittenhouse’un kullandığı silah AR-47 değil AR-15. Bariz ortada olan şeyleri bile manipüle ederek insanlara açıkça yalan söyleyen bir medya ve aktivistler. Burada yazmasa da medyaya göre Rittenhouse ‘genellikle barışçıl olsa da bazen tansiyonun dozu artan’ eylemlere gözü dönmüş, nefret cinayeti işlemeye giden bir silahlı saldırgandı. Bir konu kültür savaşlarının mezesi olduğunda o davaya dair tüm mantıksal muhakemeler ortadan kalkar. İstedikleri sonucu almak için 17 yaşındaki bir çocuğun ömür boyu hapis yatması gerektiğine kanaat getirip tüm güçleriyle saldırabilirler. Bunu yapan sadece medya değildir, devlet aygıtları da bunun bir parçasıdır. Başkan adayıyken ve kazanacağı neredeyse kesin görülen Joe Biden’ın da olaylar hakkında dediklerine bir göz atalım: “Bunu söylemenin başka bir yolu yok: Amerika Birleşik Devletleri Başkanı dün gece soru cevapta ‘beyaz üstünlükçüleri’ kınamayı reddetti.” Diyerek net bir nefsi müdafaa davasında yerini aktivistlerin yanında aldı. Başkanken verdiği bir diğer demeçteyse çıkan sonucun kendisi de dahil olmak üzere bütün Amerikalılar için endişelendirici olduğunu söylemişti. Bir olay, iki taraf, gerçeğin reddi ve delüzyon. Yalan bir anlatıyı doğru oymuşçasına savunabiliyorlar çünkü biliyorlar ki güç onlarda ve hakikat onların istediği şekilde yazılabilir.
KÜLTÜR SAVAŞININ FİTİLİ ATEŞLENDİ
Rittenhouse davasının kültür savaşlarının ne olduğunu anlamada, devletin ve medyanın gerçekliği nasıl bir anlatı haline getirip istediği şekli verdiğine dair iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Şimdi gelelim yerli ve milli henüz tam anlamıyla bir kültür savaşı olmasa da gelecekte kültür savaşı malzemesi olması kaçınılmaz olan başıboş köpek sorununa. Tartışmanın patlak verdiği olaya gidelim: Geçtiğimiz hafta 4 yaşındaki Asiye sitede beslenen 2 pitbull’un saldırısına uğradı, bu olayın yaşanmasının ardından sokak köpeklerinin de yarattığı sorunlar hatırlandı ve tartışmalar başladı. Rittenhouse davasında ve başıboş köpek tartışmasında bu denli benzerlikler olmasına şaşırmamak gerek çünkü işin içine aktivizm girdiğinde insanlar alınabilecek en yanlış pozisyonu alıyorlar. Tıpkı sohayko derneğinin aldığı pozisyon gibi:
Hayvan hakları aktivistleri aktivistleri de tıpkı Rittenhouse davasında olduğu gibi gerçeği çarpıtıyor, pitbull’un birine saldırması için kışkırtılması gerekmez, bu hayvan doğası gereği saldırgan bir cins1, 4 yaşında bir kız çocuğunun parçalanmasından sokak hayvanlarına yapılan bir komplo alt metni çıkarıp sahte bir mağduriyet yaratıyorlar. Bu da bana yine Rittenhouse davasında Rittenhouse’u suçlu göstermek için bir nefsi müdafaa eylemini nefret söylemiymiş gibi gösteren CNN’in tavrını hatırlatıyor. Galiba kültür savaşlarında her yol mübahtır, yeter ki bizim tarafımız galip çıksın. Genel başıboş köpek sorununa geçmeden önce aktivistlerin bu olayda aldığı garip tutumu gözler önüne sermek gerekli çünkü aktivistlerin yaratmak istediği bir dikotomi var. Hayvan aktivistlerinin (Amerikan siyasetine uyarlamak için hayvan aktivisti yerine iklim, ırk, cinsiyet aktivisti kelimelerinden istediğiniz herhangi birini yerleştirebilirsiniz.) düşünceli, erdemli ve iyi insanlarken ortada bir sorun olduğuna ve bu sorunun çözülmesi gerektiğini düşünenler ise cani ve türcüler. Aktivistlerin yarattığı bu dikotomideki psikolojik sebeplere birazdan değineceğim fakat şimdi tartışılması gereken şey başıboş köpek sorununun ne olduğu, devlet, medya ve aktivistler eliyle bu sorunun nasıl çözülemez hale getirildiği.
BAŞIBOŞ KÖPEK SORUNU
Türkiye’de net bir veri olmasa da (TÜİK ne işe yarıyor?) 8-12 milyon arasında köpek olduğu tahmin ediliyor. Bu köpeklerin tek seferde 6-8 yavru doğurabildiği düşünüldüğünde bu hayvanların sayılarının eğer önlem alınmazsa on sene içinde 60 milyona kadar artacağını iddia edenler bile var. Trajikomik fakat sokak köpekleri gelecekte Türkiye’nin en büyük azınlığı olabilir, belki de Boji’yi köpek haklarının temsili için meclise almalıyız? Bu kadar hayvanın sokaklarda olmasının ne insanlara ne de bu hayvanlara bir yararı var. Ayrıca artık mesele insanların yaşam alanlarının daraltılmasına kadar gelmiş durumda. Basit bir Google aramasıyla bu köpeklerin çocuklara saldırdığını, insanların işlerine giderken yollarını değiştirmek, farklı rotaları tercih etmek zorunda kaldıklarını görebiliyoruz. Belki de bu ‘canlar’ tek başlarına bir tehdit olmayabilirler ama sayıları o kadar fazla ki artık sürüleşmeye başladılar. Yazının en başındaki uyarıya dönelim, eğer insanların hayat alanları kısıtlanıyor ve yaşamları tehlikeye giriyorsa ortada ciddi bir sorun vardır. Bu sorunun çözümü de kısırlaştırma değil gibi duruyor, bu hayvanların %70’i kısırlaştırılsa bile kısırlaştırılamayan hayvanlar çok kısa bir sürede eski sayılarına geri üreyecekler. Ortada bir sorun olduğunun üstüne durmama şaşırıyor ve bunun apaçık olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
EYLEMSİZLİK
Bu sorunun çözülemeyecek olmasının pek çok sebebi var, ilki belediyelerin ve siyasi partilerin tutumları. Çıkan tartışmalardan sonra CHP'li belediyelerdeki ortak tavır problemi reddetmek oldu. CHP’li belediyelerin üstünde özellikle durmak gerekiyor çünkü iktidar değiştiğinde (Yeni iktidarın CHP olacağına dair çok az şüphe var) bu politikaları bırakacaklarına pek ihtimal vermiyorum. İzmir Belediye’sinin yaptığı paylaşım sokak hayvanlarının kesinlikle yaşam alanlarından koparılmayacağı yönünde oldu. İkinci sebep ise Erdoğan’ın sokak hayvanları sorunu çözülsün çağrısında bulunması. Yukarıda hayvan hakları aktivistleri tarafından yaratılan dikotomiden bahsetmiştim, AKP’den gelen bu çağrı da bu dikotominin tuzu biberi oldu. Sokak hayvanlarını bir problem olarak görenler otomatik olarak kaybetmiş oldular. Böylece ‘erdemlilere’ ne kadar ‘erdemli’ olduklarını, ne kadar lüks fikirlere sahip olduklarını sinyalleme fırsatı doğmuş oldu. Bu ahlaki üstüncü pozisyonu alabiliyorlar çünkü bu problemin tek çözümü var gibi duruyor ve pek de tercih edilebilir değil. Çözümü pis olan bir konuda karşı tarafı şeytanlaştırmak oldukça basit ve ikna edici bir hamle. Buna bir popülizm sorunu olarak da değerlendirebiliriz fakat bu kurumları yönetenlerin hangi saiklerle hareket ettiğine bakmakta ve yaratılan dikotomiyi mercek altına yaratmakta fayda var.
LÜKS FİKİRLER, ERDEM SİNYALLEMESİ
İnsan doğasında kabileci bir hayvan, kabilesine ait ve her zaman yabancılara dair şüpheci bir tutumu var çünkü yabancılar bedavacı olabilir. Kabileye hiçbir şey katmadan kabilenin kaynaklarını kullanabilir, bu da kaynakların zor bulunduğu bir çevrede hayatta kalmayı güçlendirebilir. Bu yüzden bir yabancıya güvenmek için genelde yabancıdan taklit etmesinin zor olacağı kanıtlar istenir.2 Günümüzde ise erdem sinyallemesi ise kabilene ve çevrene ne kadar ahlaklı, vicdanlı ve iyi niyetli biri olduğunu göstermenin, kabilene olan aidiyetini kanıtlamanın en kolay yolu çünkü geçmişteki gibi bir kaynak sıkıntısı yok. Bu yüzden birinin sözlerine ne kadar sadık olacağının da pek bir önemi yok. Bu yüzden her zaman eylemler sözcüklerden daha çok önem arz eder. Bu yazıda andığımız soyahko bunun bir kanıtı, geçtiğimiz günlerde Twitter’da dolaşırken önüme şu ifşa düştü. Bir çocuğun parçalanmasını bile sokak hayvanlarına bir komplo olarak gören bu derneğin hayvanlara bu şekilde davranmaları oldukça ironik. Bu yüzden taklit etmenin zor olacağı kanıtlar gerektirmeden insanlar dilediğince ahlaki üstün pozisyonlar alabilir çünkü kaybedeceği kaynaklar yoktur Kaybedebileceği kaynaklar olsa bile böyle lüks fikirlere sahip olabilecek birinin zarardan dönmesi oldukça kolay oluyor. Başıboş köpek sorunu da bu lüks fikirlere sahip bu insanların sahip olduğu fikirleri zarar görmeden sinyalleyebilmelerinden kaynaklı. Lüks fikirlerin ne olduğunu anlamak için linkteki çevirimize göz atabilirsiniz ama özet geçmek gerekirse lüks fikirler; zenginlerin statü ve fikirlerini hiçbir zarara uğramadan göstermelerini sağlayan ve alt sınıflar üzerinde ciddi hasarlar bırakan fikirlerdir. Başıboş köpek sorununun tamamen bundan kaynaklı olduğunu iddia etmiyorum fakat önemli bir itici faktör olarak not etmekte fayda var. Başıboş köpek sorununda lüks fikirlerin bayraktarlığını yapan figürlerden biri de aktör Mert Fırat. Mert Fırat da tıpkı CHP’li belediyeler gibi sokakların hayvanların yaşam alanı ve hayvanların sokakların neşesi olduğunu düşünüyor. Sorun şu ki Mert Fırat belki de Türkiye’nin %80’inden daha fazla kazanıyor. Mert Fırat hiçbir zaman işe giderken sokak köpekleri yüzünden yolunu değiştirmek zorunda kalmayacak, çocukları okuldan dönerken sokak köpeklerinden kaçarken nefes nefese kalmayacak. Mert Fırat Twitter’ında gururla hayvan aktivizmi yapabilir çünkü ne olursa olsun Mert Fırat’ın bu durumdan etkilenmeyecek kaynakları var fakat Mert Fırat bir ünlü olarak hayvan aktivizmi yaparak ne kadar ilerici, erdemli ve vicdanlı biri olduğunu kabilesine sinyallerken kitleleri de etkileyebilir.
Türkiye’de hayvan aktivizmi mizantropiyle neredeyse bütünleşmiş. Hayvan aktivizmi sorunları fark edemeyecek, fark etse bile boş sayfacı eğilimler sergiledikleri için suçu insanlara atan; sahibi kötü eğitmiştir, köpeği kışkırtmıştır, köpek oyun istemiştir fakat karşıdaki bu sinyali yanlış anlamıştır vs. bir hal almıştır. Kurumlar da benzer zihniyete sahip, statülerini ve erdemlerini sinyallemek isteyen, cahil ve cani sıradan halkla aynı fikirlere sahip olmayacak insanlar tarafından yönetildiği için başıboş köpek sorunu giderek daha da kronik bir sorun alacak. Temennimiz gelecek seçimlerde başıboş köpek sorununun iktidar partisine ciddi bir oy kapısı olmaması yönünde.
Köpek türlerindeki davranışın kalıtsallığıyla alakalı makale: https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rspb.2019.0716?s=09
Dini topluluklarda taklit etmesi zor sinyallerin önemi ve dinlerin oluşumuna katkısıyla alakalı makale: https://www.researchgate.net/publication/247385891_Religion_as_a_hard-to-fake_sign_of_commitment