İşte, son zamanlardaki değişik olaylardan bazıları:
Data Colada'daki blog yazarları, Harvard İşletme Okulu profesörü Francesca Gino’nun ortak yazar olduğu makalelerde sahtecilik olduğu iddiasında bulunan dört bölümlük bir seri (1, 2, 3, 4) yayınladı. Gino, onlara ve Harvard'a karşı 25 milyon dolarlık dava açarak karşılık verdi.
Öncelerde Colada ekibi, Duke profesörü Dan Ariely’nin ortak yazar olduğu makalede de dolandırıcılık kanıtları bulmuştu. İşte asıl bomba kısım: Hem Ariely hem de Gino tarafından yazılmış aynı makaledeki iki ayrı çalışmanın verilerini bağımsız olarak taklit etmiş olabilecekleri bir makale var ve makale de dürüstlük hakkında.
Bahsi geçen parça:
(Ariely ve Gino ikilisi herhangi bir yanlış yaptığını reddediyor. Şu anda iş, bloglara dava açmaya geldiğine göre, izin verin kendimi açıklayayım: Elbette; Ariely, Gino veya herhangi birinin araştırmayı suistimal edip etmediğine dair hiçbir fikrim yok. Herhangi bir fikrim olduğuna dair hiçbir kanıt yok!)
Gino'nun ortak yazarları, ya verilerinin sağlam olup olmadığını bulmak ya da başkalarına sağlam olduğuna dair güvence vermek için çabalıyorlar. Şu anda iş bulmaya çalışan öğrencileri var; Tanrı onlara yardım etsin. Ariely ise hâlâ işini sürdürüyor, büyük bir laboratuvar işletiyor, birden fazla şirkette yer alıyor ve birçok insanla işbirliği yapıyor. Yani eğer işin sonunda batacak olursa birçok insanı da yanında götürecektir.
Bunların hepsi kötü. Ancak, belki görmedikleri için ya da belki doğru olmasını istemedikleri için kimsenin bahsetmediği rahatsız edici bir gerçek daha var.
Tüm bu fiyasko sosyal açıdan bayağı önemli: kariyerler mahvoldu, itibarlar paramparça, davalar uçuşuyor. Ama tuhaf bir şekilde, bu bilimsel açıdan pek de önemli görünmüyor. Yani, psikoloji anlayışımız değişmeden kalıyor. Psikolojiyi bir orman olarak düşünürseniz ne bir ağacı devirdik ne de o ağaçların dallarından birini kırabildik. Sadece birkaç elma kaybettik.
Bu, Gino ve Ariely'ye bir darbe vurmak ya da deneysel psikolojinin ne kadar harika bir şekilde sağlam olduğuna dair bir iddia gibi gelebilir. Ne yazık ki ikisi de değil. Bu, aslında korkutucu bir gerçek olan bilimsel bir alanın tüm branşlarının –bu hiçbir fark yaratmasa da– sahte olduğunu ortaya çıkarabilmeniz demek. Aynı zamanda, psikolojide tam olarak neyin yanlış gittiğini ve belki de bunu nasıl düzeltebileceğimizi görmek için bir şans da demek.
BU HARİKA, SAHTE BİR HAYAT
Gino'nun çalışmasına 33.000'den fazla ve Ariely'nin çalışmasına 66.000'den fazla atıf yapılmış durumda. İkisi de seçkin üniversitelerde kadrolu profesörlük aldı. Bazıları en çok satanlar haline gelen kitaplar yazdılar. Büyük TED konuşmaları yaptılar ve birçok insan onları izledi. Başarının her basmakalıp ölçütüne göre, bu insanlar çok başarılıydı.
Şimdi tüm dolandırıcılık iddialarının doğru olduğunu ve Ariely ile Gino'nun şimdiye kadar yaptığı her şeyin bilimsel kayıtlardan çıkarıldığını varsayalım. Bu Harika Bir Hayat meselesi. (Bunu –vurguluyarak söylüyorum– varsayıyoruz. Vız, vız, ben bir arıyım.) Ne değişecek?
Fazla bir şey değişmeyecek. Ariely ile başlayalım. İrrasyonellik üzerine yaptığı çalışmalarla ünlüdür; bunları kibarca "İnsanlar rasyonellik kurallarından öngörülebilir şekillerde saparlar," şeklinde özetleyebilirsiniz ya da amiyane bir şekilde "İnsanlar oldukça aptal hahaha," şeklinde de özetleyebilirsiniz. Kendisi bu araştırmanın büyük bir popülerleştiricisi çünkü meme [mi:m okunur] yapılabilecek çalışmalar üretme becerisine sahip, örneğin erkeklerin mastürbasyon yaparken cinsel tercihlerini bildirdiği çalışmalar gibi. Ancak, psikologlar 50 yıldır insanların rasyonellik kurallarından saptığı araştırmalar üretmekteler. Yüzlerce sezgiyi, önyargıyı, yanılsamayı, etkiyi ve paradoksu yığdık ve bu yığının Ariely'ye ait olan kısmını çıkarırsanız, yine de bu yığın devasa bir yığın olarak kalacaktır. Onsuz bir dünya, şu anda sahip olduğumuz dünyaya bilimsel olarak çok benzer.1
Aynı şey Gino için de geçerli. Çalışmalarının çoğu aynı zamanda koca bilişsel önyargılar yığınının bir parçası ve tıpkı Ariely gibi, bu yığın da onunla ya da onsuz çok büyük olarak kalırdı. Bunun dışında, yakın zamanda kaldırılan dört çalışmayı kendiniz değerlendirebilirsiniz:
Katılımcılar, inandıkları bir şey aleyhinde tartışmak zorunda kaldıklarında temizlik ürünlerini daha çok istediklerini belirttiler. (İnandıkları şey lehinde tartışmaya karşın)
Katılımcılar; (1) bir görev veya yükümlülük, (2) bir umut veya hedef ya da (3) her zamanki akşam aktiviteleri hakkında yazdılar. Daha sonra toplu bir etkinlikte insanlarla iletişim kurduklarını düşündüler. Görev veya yükümlülük hakkında yazan kişiler, kurdukları iletişimi düşünürken umutları/hedefleri veya akşam aktiviteleri hakkında yazan kişilere göre kendilerini daha "kirlenmiş, lekelenmiş, sahte, utanmış, yanlış, anormal, bozuk" hissettiklerini söyledi.
Yazı tura sonucu hakkında yalan söyleme fırsatı verilen (yalan söylerler ise daha fazla para alabilirlerdi) ve gerçekten yalan söyleyen katılımcıların daha sonra bir dakika içinde bir gazeteden daha fazla fayda sağladıkları ortaya çıktı.
Katılımcılar bir dakika içinde yapabildikleri kadar matematik problemi çözdüler ve kaç tanesini doğru yaptıklarına dair yalan söyleyebilirlerdi (yalan söylerlerse daha fazla para kazanabilirlerdi). Daha sonra laboratuvara gelirken ne kadar zaman ve para harcadıklarını bildirdikleri bir form doldurdular ve bu harcamaların belirli bir miktarı telafi edildi (burada da yalan söylemeleri halinde daha fazla para da alabiliyorlardı). Katılımcıların bir kısmı formun üst kısmına, bir kısmı da alt kısmına imza attı. Altta imza atan katılımcılar üstte imza atan katılımcılara göre daha fazla yalan söyledi.
(Bu çalışmaları deneysel tarih terimleriyle tanımlıyorum; insanlar bir şeyler yapıyor… Yazarlar ise bu sonuçları şu şekilde tanımlamışlar; “özgün olmamak, kirlenmişlik duygusuna neden olur”, “sahtekarlık, yaratıcılığa yol açar” ve “imza atmak ahlakı belirginleştirir”. İnsanlar ve yaptıkları şeyler hakkında konuşmanın yarattığı farka bakın!)
Gino'nun diğer makalelerine bakıldığında, bu çalışmalar onun araştırmasının oldukça standart örnekleri gibi görünüyor. Burada sadece kendi adıma konuşacağım: Bu çalışmaların her birinin Gino'nun bilgisayarında sahte_veri_yarat.exe dosyasını tekrar tekrar çalıştırmasından başka bir şey olmadığını öğrenseydim, insan zihni hakkında şu anda inandığımdan farklı herhangi bir şeye inanmazdım.
Bu Gino ve Ariely'ye özgü değil; Bildiklerimizde büyük bir değişiklik yapmadan çoğu psikoloğu, hatta ünlü olanları bile Bu Harika Bir Hayat’layabilirsiniz diye düşünüyorum. Bu aynı zamanda üretken bir dolandırıcıyı en son keşfettiğimizde de geçerliydi. Hollandalı sosyal psikolog Diederik Stapel, en az 58 makalede sahtecilik yaptı. Yani gerçekten sahte: Adam en son boş bir excel tablosu açıp sayıları yazmaya başlayacağını falan itiraf etti. Gino ve Ariely'nin aksine burada hiçbir belirsizlik bulunmuyor; Stapel'in tüm bilimsel kariyeri silinip gitti.
Peki, Stapel'in düşüşünün bilimsel sonuçları neydi? Hangi teoriler yeniden yazılmalıydı? İnsan zihnine dair anlayışımızda ne gibi revizyonlar yapmalıydık?
Söyleyebileceğim kadarıyla; temelde hiç... Stapel'in çalıştığı üniversiteler onun tüm suçlarını listeleyen uzun bir rapor yayınladılar ve raporda "Sahtekarlığın Etkisi" adlı bölüm (bakmak isteyenler için bölüm 3.7 (Impact of the fraud)) her türlü itibar zararını detaylandırıyor: öğrenciler, okullar, ortak yazarlar, dergiler ve hatta psikolojinin kendisi… Hepsi, Stapel ile olan ilişkisinden ötürü suçlu. Bu bilimsel darbe hakkında konuşulmuyor; geri alınması gereken teoriler, kullanımdan kaldırılması gereken modeller, yeniden ön plana çıkan alt branşlar… Stapel'in kaldırılan çalışmasına bakıldığında ise, ne bir teorinin, ne bir modelin ne de bir alt branşın çok da değişmediğini görüyoruz. Çalışmalarına yapılan 10.000'den fazla alıntı hiçbir şey değişmediğini gösteriyor ve hiçbir fark yaratmıyor.
Genç bir psikolog olarak bu durum kemiklerimi sızlatıyor. Görünen o ki; bilimsel ilerlemenin stratosferine ulaşmak, "yüksek etkili" dergilerde tekrar tekrar yayın yapmak, binlerce alıntı toplamak mümkün ve bunların hiçbiri bir önem arz etmiyor. Başarının her göstergesi; size doğru yolda olduğunuzu ve bilime gerçek bir katkıda bulunduğunuzu söyleyen şeyler hiçbir şey ifade etmeyebilirler. Peki, ben tam olarak ne yapıyorum?
KAYBIN IÇIN ÇOK ÜZGÜNÜM, HER NE OLURSA OLSUN
Bakın hey, bu insanlar sadece üç kişi, gerçi baya ünlü olanlardan. Belki de tek bir bilim insanının etkisi uzaktan görülemeyecek kadar küçüktür. Eğer ki literatür genelinde bir ton makaleyi silseydiniz, bu gerçekten sağlam bir fark yaratırdı ve alanın büyük bir kısmını sıfırdan tekrar inşa etmek zorunda kalırdık. Değil mi?
Yok, pek kalmazdık. O makaleleri sildik ama pek de bir şey olmadı. 2015 yılında, büyük bir araştırmacı grubu, 100 psikoloji çalışmasının aynısını yeniden yapmayı denedi ve bu çalışmaların yaklaşık %60'ını tekrarlayamadı.2 Bu bulgu; büyük bir yankı uyandırdı ve manşetlere taşındı, hatta halihazırda yaklaşık 8.000 kez alıntı yapılmış durumda.
Ama bir dahaki sefere birileri bu konuyu açtığı zaman onlardan 100 çalışmadan mümkün olduğu kadar çoğunun ismini saymalarını isteyin. Bahse girerim bir tane bile sayamazlar. Ben de sayamam ve o çalışma hakkında uzun uzadıya yazmıştım. (Birkaç meslektaşıma “acaba ben harbili mal mıyım?” diye sordum ve cevapları şuydu: 0, 0, 0, 0, 1 ve 3.)
Bu gerçekten garip. Birinin size sevdiklerinizin %60'ının bir uçak kazasında öldüğünü söylediğini düşünün. İlk tepkiniz inkar ve korku olabilirdi: “Neden sevdiklerimin %60'ı aynı uçaktaydı? Hepsi bensiz mi takılıyorlardı?” –ama sonra kimin öldüğünü bilmek isterdiniz. Çünkü bu gerçekten önemli! Sevdiğiniz insanlar birbirinin yerine geçemez! Annen miydi, en yakın arkadaşın mıydı yoksa başkası mı?.. Düşünsenize, sadece %60'lık istatistiği hatırlıyorsunuz ve sonra biri size bu korkunç kazada kimin öldüğünü sorduğunda da "Hımm, biliyorsunuz, bunu hiç araştırmadım. Belki Fred Amca? Yoksa arkadaşım Clarissa mı? Her kim olursa olsun kesinlikle sevdiklerimin %60'ıydı." diyorsunuz, bu delilik olurdu.
Yani, eğer alanınızdaki makalelerin %60'ının yeniden yapılamadığını duysaydınız, hangileri olduğunu fazlaca umursamanız gerekmez miydi? Neden meslektaşlarım ve ben, hemen o makalenin ekini açıp 100 bağlantıya tıklamadık ve en sevilen bulgularımızdan herhangi birinin ölüp ölmediğini kontrol etmedik? Cevap şu olmalı: "Bunun yapılacak önemli bir şey olduğunu düşünmedik." Uçak kazasını duyduk ve ölü listesine bakma zahmetine bile girmedik. Alanımız için ne kadar lanet bir itham!
(Daha fazlası için bkz. Psikoloji büyük, pis kokulu bir saçmalık olabilir ve bunda hiçbir sorun yok)
ENDİŞELENMEYİN, MAYMUN FUHUŞUNU KEŞFETTİK
Bütün bunlar oldukça üzücü, ancak bilimin bir güçlü-bağ sorunu olduğunu hatırladığınızda biraz daha iyi hissettiriyor. Bu yüzden hiçbir şey kaybetmeden tüm mesleki ilerlemeyi ortadan kaldırabilir ve literatürü delik deşik edebilirsiniz. Branşlar, çoğunlukla gevşek olduğundan herhangi bir hayati organı vurmanız da pek olası değildir.
Peki psikolojinin güçlü bağları nerede? Bu yılın başlarında psikolog Paul Bloom Twitter'da tam olarak şu soruyu sordu:
(Psikoloji duayenleri: Son birkaç on yılda alanımızdaki bazı önemli keşiflerden bahsettiğim bir yazı yazıyorum. Bu listeye ne koyacağıma dair tavsiyeniz var mı?)
Bir kaç psikolog konuyu değerlendirdi ve verdikleri cevaplar bende derin bir umutsuzluk uyandırdı:
“Psikopatoloji semptomları, küçük dünya ağı özelliklerine sahiptir.”
“İnsanların vücudu ve beyni, onlar etkileşimde girdiğinde senkronize olur.”
“Maymunlar para kullanabilir (ve seks için ödeyebilir).”
Bakın, bu sistematik bir çalışma değil; bu sadece internette görüş isteyen biri. (Her ne kadar psikolojinin sistematik çalışma olarak kabul ettiği çalışmaların çoğu, aslında, sadece internet üzerinden görüş isteyen biri olsa da.) Bu bulguların çoğu ilginç ve bazıları da faydalıdır (özellikle zengin ve yalnız bir maymunsanız). Bence, bu tweet altında yazılmayan müthiş bir psikoloji var ve ben o psikolojide yeterince önemsenmeyen fikirlerden bazılarını vurgulamıştım. Bkz.
Ama yine de, yorumlarda; görelilik, evrim veya DNA gibi dünyayı değiştirecek görüşlerimiz ya da polimeraz zincir reaksiyonu, CRISPR veya Higgs bozonları gibi küçük ama müthiş keşiflerimiz yok. Sadece birden fazla insan tarafından yazılan birkaç psikolojik keşif var, “çoğu psikolojik çalışma saçmalıktır,” yorumları dışında. Eğer Bloom'un aklına yakın tarihli önemli bir keşif gelmiyor ve arkadaşlarından hiçbiri de bu konuda anlaşamıyorsa, o zaman belki de yakın tarihte önemli herhangi bir keşif yoktur.
(Bunu duymanın acı olabileceğini biliyorum ama elçiyi vurmayın. Ayrıca, bir grup arıyı vurmada iyi şanslar.)
KİRLİ BİR PARADİGMA ÇİFTİ
Neden psikolojinin kendine gösterecek daha fazla şeyi yok? Bizi yavaşlatan ne?
Her bilimin; işleri nasıl yürüteceklerine ve bulgularını nasıl araştıracakarına ilişkin kendi modelleri, paradigmaları vardır. Psikolojinin tam olarak öyle bir paradigması yok; bunun için hâlâ çok genciz. Ancak; işleri nasıl yapacağımızı gösteren yollara, nesilden nesle aktarılan ve herkesçe bilinen varsayımlar ve uygulamalar yığınınına sahibiz. Onlara proto-paradigmalar diyoruz. Biz şu anda, bir zamanlar yararlı olan ama artık olmayan iki proto-paradigma ve hiçbir zaman yararlı olmayan ve asla olmayacak bir proto-paradigma ile sıkışıp kalmış durumdayız.
Eskiden yararlı olanlardan ilki tanıdık gelecektir: tüm bu bilişsel önyargı çılgınlığı. Evet, insanlar her zaman optimal karar verme kurallarına uymazlar ve bu görüş iki Nobel Ödülü kazandı. Bu harika! Herkese tebrikler. Ancak, 1973'ten beri bilişsel önyargıları yığmaktayız ve yığına eklediğimiz son 100 önyargı pek bir işe yaramış gibi görünmüyor. Sonraki 100'ü eklemek de muhtemelen bu duruma bir şey katmayacak. Artık yığılmayı durdurmanın zamanı geldi.
Eskiden yararlı olan ikinci proto-paradigmamız ise "durumlar önemlidir" gibi bir şey. Bu fikir, insanların içinde bulunduğu durumların, onların davranışları üzerinde muazzam bir güce sahip olduğunu ileri sürer ve en güçlü versiyonu; günahkarlar ile azizler arasındaki tek farkın, onların durumları olduğunu savunur. Tüm zamanların en ünlü psikoloji çalışmaları “durumlar önemlidir” çalışmalarıdır: Milgram şok deneyleri, Asch uyumluluk çalışmaları, seyirci etkisi, Stanford Hapishane Deneyi (bir çalışmadan çok senaryolu bir oyun olduğu ortaya çıktığından beri). Artık çokça alay edilen "sosyal ön-hazırlama" çalışmaları -yaşlılıkla ilgili karışık kelimeleri doğru dizme oyunu çözüp daha sonra daha yavaş yürüdüğünüz çalışmalar gibi- aynı zamanda "durumlar önemlidir" çalışmalarıdır. Durumlardaki küçük değişikliklerin davranışta büyük değişikliklere yol açtığı "dürtüler" de öyle, örneğin insanları daha fazla sebze yemeye teşvik etmek için bir kafeteryanın düzenini değiştirmek gibi.
Bu proto-paradigma da seyrini tamamladı. Evet, durumlar insanların davranışlarını beklediğimizden daha fazla etkiliyor. Ancak insanlar, içinde bulundukları koşullarla savrulan beyinsiz otomatlar değildir. Bu yüzden; “yaşlı insanlar hakkında kelime oyunu çözmek daha yavaş yürümenizi sağlar”, insanların etik dışı davrandıklarını düşünmesi halinde daha çok temizlik ürünü istemeleri (Gino Çalışması #1) gibi en büyülü görünen sosyal ön-hazırlama çalışmaları tekrar yapılamıyor. Durumlardaki küçük değişikliklerin büyük etkileri olabilir ama çoğu zaman hiçbir etkisi olmaz (Gino Çalışması #4 gibi). Durumlar kesinlikle önemlidir, bunun için 70 yıllık çalışmalara teşekkür borçluyuz, ama önemli olan tek şey değiller ve bir o kadar 70 yıllık çalışma da bu gerçeği değiştirmeyecek.
BİR DÜŞÜNCENİN AĞIRLIĞI NE KADARDIR?
Üçüncü proto-paradigma, hiçbir zaman bilimsel açıdan verimli olmadı ve olmayacak da. Bunu açıklaması da bir tık daha zor. Buna "bir isim seç ve onu çalış" diyelim.
İnsanlar yararlı kurgulara inanma konusunda çok iyidirler. Örneğin Ford Motor Company, sizin veya benim var olduğumuz şekilde, Jüpiter'in var olduğu şekilde, hatta bir Ford F-150'nin var olduğu şekilde gerçekten var değildir. Ford Motor Company onun binaları, CEO'su, binlerce çalışanı, kurumsal tüzüğü veya banka hesapları değildir; bunların hiçbiri ve daha fazlası da değildir. Kısaca, "Ford Motor Company", normal şekilde var olmasa da buna inanmak faydalıdır; birçok insanın birlikte çalışmasına, araba yapmasına ve para kazanmasına olanak tanır. Aynı zamanda “Ford CEO’sunu kovdu.”, “Ford otomotiv sendikasıyla anlaşmaya vardı.” ve “Ford’un hâlâ devlete borcu var.” gibi şeyleri söylememizi de kolaylaştırır.3
Psikoloji de birçok kurgu kullanır. Tutumlar, normlar, depresyon, benlik, stereotipler, duygular, ideoloji, kişilik, yaratıcılık, ahlak, zeka, stres; bunların hiçbiri aslında mevcut değildir. İnsanların yaptıklarını ve zihinlerinde olup bitenleri anlatmak için kullandığımız soyut kelimelerdir. Bunları kullanmadan psikoloji hakkında konuşmak zordur, bu yüzden onların yalnız birer kelime olduklarını unutmak kolaydır.
"Bir isim seç ve onu çalış" cümlesinin üç ölümcül kusuru var. İlki, kurguların kurgusal olması ironisi. Liderliği doğrudan inceleyemezsiniz. Bu yüzden onu ölçebileceğiniz, kurgusal olmayan bir şeye dönüştürmelisiniz. Yani "liderliği incelemek" demek; Oregon Liderlik Envanteri'ne veya benzeri bir şeye verilen yanıtları incelemek, insanların kullandığı "lider benzeri" kelimeleri saymak veya insanların patronlarına verdikleri puanları ilişkilendirmek demektir. Küçükler ligi futbol takımlarını, şirket yönetim kurulu toplantılarını veya metro kondüktörlerini izliyor olabilirsiniz ve bunların hiçbirinin birbirleriyle ilgisi olmasa da tüm bunlar "liderliği incelemek" başlığı altında toplanabilir. Bu, "EŞYALAR" adlı büyük bir bölümü olan bir bakkal kadar kullanışlıdır.
İkincisi, “bir isim seç”in her zaman sonuç vermesi. İnsanlar liderliğe ne kadar değer veriyor? -Şüphe yok ki çok fazla. Liderlik bir şirketin performansını etkiler mi? -Liderliği istediğiniz gibi tanımlama ve ölçme konusundaki sonsuz özgürlüğünüz sağ olsun, tabiki etkiler. Liderlikte kültürel farklılıklar var mı? Aramaya devam, elbet bir şeyler bulursunuz.
Üçüncüsü, "bir isim seç"in asla durmanızı söylememesi. Liderliği anlamamız için kaç tane liderlik çalışması gerekiyor? 500 mü? 1000 mi? 1 milyon? Nereden bileceğiz ki? Liderlik hakkında her zaman sorabileceğimiz daha fazla soru, onu ilişkilendirebileceğimiz daha fazla kurgu, onu tanımlayabileceğimiz daha fazla yol var. Bu; durmadan hareket eden bir makine, hiç bitmeyen bir bilim oyunu…
Sözün özü, bazı kurgular faydalıdır. Ford Motor Company'nin faydalı bir kurgu olduğunu biliyoruz çünkü insanlar onu her gün araba yapmak için kullanıyor. Psikolojik kurgular ise, var olduğundan beri, esas olarak makale üretmek için kullanılıyor.
HEPİNİZE VIZ VIZ
Diğer bilimlerde, gelen verileri açıklayamadıkları zaman paradigmalar altüst olur. Eğer teoriniz, Neptün'ün şu anda neden orada olduğunu açıklayamıyorsa, bunu yapabilen bir teoriye kaybedecektir.
Ne yazık ki, "insanlar önyargılıdır", "durumlar önemlidir" ve "bir isim seç" ifadeleri yanlışlanamaz ve tükenmezdir. Aslında kimse, insanların her zaman optimal karar verme yasalarına uyduklarını kanıtlayamayacak. Hiç kimse, durumların önemsiz olduğunu gösteremeyecek. Hiç kimse; liderliğin, yaratıcılığın veya "sosyal kriptomnezinin" var olmadığını ispatlayamayacak. Ve hiçbir zaman önyargılarımız, durumlarımız veya isimlerimiz bitmeyecek. Düşünmesi korkutucu ve bu proto-paradigmalar ölümsüz olabilir.
Ancak, ölümsüz olmaları yenilmez oldukları anlamına gelmez. Paradigmaların ölmesinin farklı bir yolu, insanların onlara olan ilgisini kaybetmesidir. Bundandır ki bu zombi paradigmalara karşı en iyi müttefikimiz can sıkıntısıdır ve elimizde ondan bolca var. Psikologlar zaten kendi alanlarındaki bulguları çok önemsemiyor; bu yüzden, başka bir yeniden yapma katliamı duyduğumuzda cesetlerin kimliklerini belirleme zahmetine bile girmiyoruz. Bizi canlandıracak bir şeye açız. Bundan birkaç on yıl sonra, yaşlanmış Bloom tekrar sorusunu sorduğunda, insanların büyük keşifler ile yorumlara yığıldığı bir dünya umuyoruz. Hatta daha iyisi, Bloom'un cevabı çok açık olduğundan ilk etapta soru sormasına bile gerek kalmayacağı bir dünya. (Bir bilgisayar bilimcisinin Twitter'a şunu sorduğunu düşünsenize: "Hey arkadaşlar, son birkaç on yılda bilgisayar biliminde büyük atılımlar duyan var mı?")
Yani evet, topluluğumuzun saygıdeğer üyelerinin veri uydurmuş olabileceklerini öğrenmemiz çok yazık. Bu kötü ve bunu yapmamalılar. Ancak sahtekarları yakalamak, alanımızı yeniden hayata döndürmeyecek. Bunu yalnızca yeni fikirler yapabilir. Tatlı mı tatlı fikirler, önemli fikirler, üzerine inşa edebileceğiniz fikirler, ortadan kaybolduklarında yanlarında bir şeyler götürecek fikirler. Arayacağım şey bu ve neyse ki tatlı şeyleri aramada ve bunların konumları hakkında rapor vermede iyiyim çünkü ben bir insan değil, bir grup arıyım.
(Lütfen beni dava etmeyin.)
Yazar:
Yazının Orjinali: I’m so sorry for psychology’s loss, whatever it is
Çevirmen: Muditax
Editör: Fahri Sağyürek
Bilişsel önyargılar sıklıkla abartılıyor ve insanların aptal olduğu yönündeki salakça düşünceye dönüşüyor. Bu araştırma hakkında düşünmenin en iyi yolu, insan zihninin zor problemleri çözmek için genellikle şaşırtıcı derecede iyi çalışan zeki yolaklara sahip olduğu ama bu buluşsal kısayolun ters gittiği durumları da oluşturabileceğinizdir. Bu arada, bilişsel önyargı literatürünün yaratıcıları Daniel Kahneman ve Amos Tversky bu durumu şöyle tanımlıyor: "Genel olarak bu buluşsal kısayollar oldukça faydalıdır, ancak bazen ciddi ve sistematik hatalara yol açarlar." Ancak bu, sonuçların kendisinden ziyade onları nasıl yorumladığınızla ilgilidir.
Bu fikir, artık nefret edilmesi havalı olan Sapiens kitabından geliyor; bundan sadece benim de hangi şeylerden nefret etmenin havalı olduğunu bildiğimi göstermek için bahsediyorum. Harari'nin kitapta kullandığı örneğin aslında Peugeot ile ilgili olduğunu düşünüyorum, "Peugeot" kelimesi çok sinir bozucu olduğundan burada bunu kullanmayı reddediyorum.