Bu yazı 6 bölümlük “Solculuğun Psikolojisi” adlı tercüme serimizin üçüncü bölümüdür.
Birinci bölüm Eşitlik
İkinci bölüm Tabula Rasa
Solculuğun psikolojisindeki son iki denememin kilit noktası, solcu inançlarının kök salmış hınç ve aşağılık duygusunu örtmeye yaradığını göstermekti. Yüzeysel bakınca bu inançlar safiyane görünse de, solcuların nefret ettiklerine karşı bunları nasıl silah olarak kullandığını göstermekti amacım. Bu tarz bir düşünme şeklini vurgulamak, solun hınçla motive olduğu ve sol ideolojinin intikam hayallerinden ibaret olduğu varsayımına dayanır. Solun kadınlar, beyaz olmayanlar, cinsel sapıklar gibi çeşitli muhatap grupların lehine olmak üzere bu düşünme şeklini uygulaması artık sıradan bir bilgidir. Bu düşünme şeklinin, solun en fanatik müritleri olan varlıklı beyaz liberallere uygulanmasıysa kolay değildir. İşte bu yüzden varlıklı beyaz liberallere uygulayabileceğimiz birkaç hınç kaynağını sıralayarak başlayalım, böylece şimdiye dek solcu zihniyeti hakkında söylenmişlerin bu gruptakilere de söylenebileceğini göreceğiz.
Muhatap grup örtüşmesi. Bazı varlıklı beyazlar ya kadın ya da cinsel sapık olabilir.
Çilekeş hıncı. Alt sınıftan yahut taşradan biri, akranlarıyla uyuşamayınca reddedilmesinin üzerine hınçlanmakla beraber, fahri “şehirli” masabaşı işçisi olmaya çabalayarak onu reddedenlere karşı üstünlük kurmaya çalışır.
Çirkinlik
Sosyal açıdan acemilik
Zihinsel hastalık
Zorbalığa maruz kalmak
Özü itibariyle bayağı yahut fesat olmak. Bazıları kem hissiyata meyilli doğar.
Şimdi, elimizde sağlam bir çekiç var diye de her gördüğümüzü çivi sanmamalıyız. Sol faaliyetlerin işlemesinde pek çok faktör vardır ve solcuların tamamı aynı sebeplerden sola tabi olmaz. Bundan dolayı, şimdiye kadar kullanılan metodolojiyi, solu yönlendiren hınç dışındaki faktörlere bakarak genişletmek istiyorum. Hiç de azımsanmayacak kadar ilginçtir, çünkü solun radikaller ve liberaller olarak adlandırılabilecek iki ana fraksiyonu arasındaki farkları açıklamaya yardımcı oluyor bu. Radikaller şu bildiğimiz eleştirel ırk kuramcıları, cinsiyet ideologları, kültürel Marksistler, Antifa vb. gruplardan oluşuyor. Liberallerse Mavi İmparatorluk Taraftarları, Bidencılar, sınıf atlama müptezelleri, kariyer bağımlıları, hâkim sınıf yöneticileri. Gayet tabii iki grup da ortak duygu ve hedefleri paylaşıyor, hem de epey örtüşüyorlar ama hâlâ iki grup olarak mevcutlar, yani buradan eylemlerinin motivasyonlarında farklı psikolojik ihtiyaçlar olduğunu anlıyoruz.
Bu da bizi bu yazının konusuna getiriyor; şöyle ki sol cenahta olup da hınç tarafından (tıpkı radikaller gibi) motive olmamakla birlikte kurumsallaşmış paradigmaya karşı düşünüp eyleme geçmekten (aynı liberaller gibi) aciz olanları tasvir etmeye çalışmaktır.
Her toplum, sosyal hayatın standartlarını sürdürebilmek için bir çeşit baskı uygular. Buna sosyalleşme denir. Normalde bu süreç, bireylerin isteklerini ve arzularını yerine getirmenin sosyal olarak uygun yollarını bularak topluma uyum sağlamalarına yardımcı olur. Gelgelelim bu sürdürmenin baskısı çok fazla olunca –kurumsallaşmanın, sıkı denetimin, kontrolün olduğu toplumlar mesela– insanlar iki şekilde tepki verir. Önce düzgünce sosyalleşemez olup izolasyon veya suç işleme gibi sosyal bozukluklar meydana getirirler. Bunlara yetersiz sosyalleşmiş denir. Öteki taraftaysa kendi psikolojik kaynaklarını, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için lüzumsuzca harcayan bireyler vardır. Böyleleri hem topluma uyum sağlamış hem de işinde başarılı insanlardır ama karşılığında kendilerinden epey şey feda ederler, esasen sosyal uyum adına aşırı-uzmanlaşırlar. Bu kişiler aşırı sosyalleşmiş kişilerdir.
Aşırı sosyalleşme kendisini, sosyal veya kurumsal beklentilerin haricinde düşünüp eyleyememe olarak gösterir. Bir nevi psikolojik deli gömleğidir. Toplumun ve toplumsal kurumların beklentileri çoğu zaman ahlak ve edep açısından ortaya çıkarken her zaman için ilk önce itaat ve kontrol esas alınır. Haliyle bu beklentilerin maksadı, öngörülebilir ve muntazaman çalışan bürokratik sistemi tehdit eden unsurları zapt etmektir. Öyle ki şiddet, saldırganlık, düşmanlık, cinsellik, kendi kendini yönetme, kural çiğneme, öfke veya keder gibi dengesiz hislerin teşhiri, sarhoşluk ve herhangi tuhaf, dik başlı yahut eksantrik davranışları sınırlama eğilimindedirler. Dolayısıyla “makul vatandaş”, çatışmadan kaçınan, pasifist, anlaşılabilir, edilgen, cinsellikten arınmış, öngörülebilir, tek tip, itaatkâr ve duygusal hayatı hem iradesiz hem de yavan bir mutluluğun veya sinir bozucu bir anksiyetenin boyunduruğu altına girmiş bireyden ibarettir. Aşırı sosyalleşmiş bireyler, bu kalıba uymak için psikolojik enerjisinin büyük çoğunluğunu harcar.
Ferasetli okurlar fark edecektir ki bastırılan davranışlar hep dirimsel, vahşi, ilkel iken ödüllendirilen davranışlar da uysal, kısırlaştırılmış, mekaniktir. Yalnız, bu demek değildir ki aşırı sosyalleşmişlerde ilkel dürtüler eksiktir, aksine bunları dikkatlice düzenlenmiş uyuma ve kurumlarca onaylanmış bir ifade biçimine sığdırarak ifade eder. Kurumsallaşması yüksek toplumların birinci yönergesi itaat ve denetimi sağlamak olduğundan, ilkel dürtülerin tek makbul çıkış kapısı bizzat kendilerinin yol gösterdiğidir. Dolayısıyla aşırı sosyalleşmişler, “demokrasiyi tehdit edenlere” karşı ölçüsüz saldırganlık gösterecektir; garezini, devlet baskısının yapmasına izin verdiği zulümle icra edecektir; kuralları çiğneyenlere karşı polisin veya idarenin gücünü yönlendirerek şiddet uygulayacaktır (the Karen); idarenin koridor nöbetçisi olarak güç istencini ortaya koyacaktır; idarenin yürürlüğe koymak istediği uygulamalar için canhıraş protesto edecektir. Aşırı sosyalleşmişler, asicilik oynayarak idareye itaat edecek, son moda saçmaları satın alarak ifade hürriyetini savunacak, devletin zapturaptını artıracak değişimler için mücadele edecektir. Böylece dik başlı veya dirimsel dürtüler, sadece bastırılmak yerine düzenin devamı ve genişlemesi için gemlenir.
Aşırı sosyalleşmeye sebep olan mekanizmayı uzun uzadıya anlatmak bu yazının kapsamının dışındadır, yine de kaba bir tasvir ortaya konabilir. Bireyin aşırı sosyalleşme süreci, bireyin çocukluğunda onun davranışlarını kurumlarca onaylanmış bir tek tipe indirgemeyi hedefleyen devlet okullarıyla başlar. Akabinde bu süreç, ergenlik ve genç yetişkinlikte lise ve üniversite ile devam eder, tabii sonrasında da –sürecin tepe noktası olan– çalışma kampından farksız iş hayatı takip eder. Okula paralel olarak bireyler, bürokratik formalitelerle, politikalarla ve yasalarla muhatap kaldıkça sosyalleşmesi devam eder. Neredeyse tamamı özenle kürate edilmiş propaganda ve pazarlamadan ibaret olan medya camiası tek tipleşip öngörülebilen davranış, düşünce ve duyguları teşvik eder. Bu sosyalleşme süreci, kariyer seçenekleri ile finansal fırsatlar sunma veya engelleme gibi ödül-ceza sağlayan Pavlovcu şartlanmayla da sık sık gösterir kendini. Bu sürecin neticesi, televizyon, gazete, ünlü simalar ve medya şahsiyetlerinin kitle çapında koordine çalışmasıyla programlanabilen, özfarkındalığı olmayan, tekinsiz bir uyumda yaşayan insandır. Kadınların sosyal baskıya daha müsait olduğunu unutmamalıyız, yani onlar erkeklerden daha kolay aşırı sosyalleşir, ki bu da neden varlıklı, beyaz, liberal kadınlar (AWFL1) hakkında çokça laf edildiğini açıklar. Erkekler aşırı sosyalleştiğinde apaçık bir erillik eksikliği veya yapay-erilliğin sade edimsel formlarını gösterirler.
Aşırı sosyalleşme örüntüleri sürekli ödüllendirildiğinden, aşırı sosyalleşmiş bireyler başarılı olma eğilimindedirler. Gelgelelim daha önce de söylendiği üzere bunun bir bedeli vardır. Aşırı sosyalleşmişlerin pek çok doğal insan davranışı bir dereceye kadar bastırılmakla birlikte bu içgüdülerin köreltilmesiyle modern, liberal, burjuva toplumunun kontrollü ortamının dışında hareket edemez hale gelir. Bu, çocukça bir naiflikle veya dünyanın tamamen delüzyonlu bir anlayışıyla tezahür edebilir. Buna bir örnek de doğal ırksal farklılıkları dikkate alması ve kişinin kendi ırkını tercih etmesi eğilimleri verilebilir. Aşırı sosyalleşmişler, farklı etnik grupları ayrımsayamayacak, davranışlarındaki örüntüleri göremeyecek, iç grupta da uyumlu bir şekilde işlev göremez. Şiddetin nasıl işlediğine dair bir anlayış eksikliği, güdük bir içgüdüsel davranışın başka bir örneği olabileceği gibi, aşırı sosyalleşmişler genellikle tam bir güç sermayesi veya şiddet kapasitesi eksikliği gösterir. Çoğu, kendilerine uygulanan şiddete anında donarak, başlarına geleni sindirmeye çalışarak tepki verecektir.
Pek çok içgüdüsel insan davranışının bastırılmasından, aşırı sosyalleşmiş bireyler, haddinden fazla içsel gerilim karşılığında aşırı uyumlulukta başarılı olurlar. Kişinin hayvanî tarafı yine kendini öne atmak isteyecektir ama bu şartlanma onu zapt edecektir. Bu gerilim genelde nevrotiklik olarak kendini gösterecektir. Statü anksiyetesi, “dünyayı kurtarmaya” yönelik umarsız ihtiyaç, “iyi insan” olmaya yönelik lüzumsuz kaygı, kendi “imtiyazlarından” duyduğu pişmanlık, ahlak histerisine eğilim gibi durumlar bu nevrotikliğin kendini ortaya koyduğu yollardan birkaçıdır. Bu davranışlar, varlıklı, beyaz liberalin öz-imajının ve anlayışının merkezindedir. Aşırı sosyalleşmişlerde şartlanmasını kıracak güç olmadığından, içsel gerilimlerini boşaltabilecekleri kurumlarca onaylanmış kanallara muhtaçtırlar. Bu, varlıklı beyaz liberallerin saldırgan siyasi yönelimini ve yalnızca rejimin çıkarlarına hizmet eden aktivizme bağlılıklarını açıklar. Liberalin “tarihin doğru tarafında” olmasına inandıran küstahlığın da sebebidir bu. Fakat hakikat odur ki kendisi sadece programlanmasının mantıklı sonuçlarını icra etmektedir.
Aşırı sosyalleşmeyi anladıkça karşımıza bir soru çıkar: aşırı sosyalleşmişin şartlanmasını kırabilir miyiz? Bu soruyu yanıtlamak için sosyalleşme ile aşırı sosyalleşme arasındaki farklara bakmalıyız. Bu farkı, çelik çubuk metaforu yardımıyla kolayca anlayabiliriz. Çubuğa güç uygula, çubuk bükülsün; çubuğu serbest bırak, eski haline dönsün. Buna elastik deformasyon denir. Lakin çubuğa daha fazla güç uygularsak, yani çubuğun elastik gücünden fazla bir güç uygularsak, ilk haline geri dönmez. Aksine büküldüğü haliyle kalmaya devam eder ki bu olguya plastik deformasyon denir. Çubuğu ilk baştaki gibi düz haline döndürmek istiyorsak yeni bir güç uygulamalıyız. Bu metafora göre aşırı sosyalleşme, ruhun aşırı sosyal baskıdan kaynaklanan plastik deformasyonudur. Hepsinin bir anlamda “şaftı bükülmüştür”. Şartlanmayı etkisiz hale getirecek bir dış güç olmadan, aşırı sosyalleşmiş bundan kurtulamaz. Kendi şartlanmalarını kıramayacak kadar güçsüzdürler.
Peki nedir bu şartlanmayı kırabilecek dış güç? En geniş anlamıyla karşı anlatılardır. Sistemin anlatılarını, gerçeklerini, görüntülerini ve dünya hissini baltalamaya yardımcı olan herhangi bir şey, özellikle de insanların bastırdıkları ilkel davranışları yeniden öğrenmelerine yardımcı olan herhangi bir şey. Şartlanmayı kırmak, insan ruhunun bir nebze de olsa yeniden vahşileştirilmesiyle mümkündür ve bu şartlar altında, insanlara yeniden insan olmalarını öğretmek kadar basit bir şeydir. Bu süreçte muhalif sağın insan ruhunun yeniden uyandırılmasındaki önemini iyice anlıyoruz. Mesela kırmızı hapı sunmak bundan ibarettir, yani liberal toplumun unutmak istediği kanlı ve çamurlu hakikati ortaya çıkarmak. Bu karşı anlatı akışının aşırı sosyalleşme konusunda üç işlevi vardır. İlkin karşılaşan kişiyi aşırı sosyalleşmişliğe karşı bir nebze de olsa güçlendirir; ikinci işlevi rejimin propagandasına karşı kişiyi dirençli hale getirir, sonuncusu da çoktan aşırı sosyalleşmiş kişinin şartlanmasını kırabilir. Fakat uyum namına yapılan sosyal baskı öyle güçlüdür ki herkes kurtulamaz. Bazıları kontrol sistemine öyle bağlıdır ki istese de kurtulamaz; bazıları da öyle bağlıdır ki bundan kurtulmak zihinlerini alt üst eder. Son olarak içimizden bazılarının, modern hayatın baskılarına –evrim teorisindeki anlamıyla– adapte olduğu gerçeğini dikkate almalıyız. Belki de bazıları, aşırı sosyalleşmeye eğilimli olarak doğal bir uysallıkla doğmuştur. İnsanların domestike edilmekte olan bir tür mü olduğu hususunu enine boyuna düşünmeliyiz.
Neyse ki herkesi kurtarmak şart değil. Uyandırılması mümkün olanları uyandırmamız gerekiyor. Muhaliflerin Demir Hapishane’yi yorulmadan parçalaması ve milyonların zihnini köleleştiren zihinsel zincirlere vurması yeterlidir.
Metnin orjinali: Leftist Psychology – Oversocialization
Autistocrates
Çeviri: Fahri Sağyürek
AFWL: Affluent-White-Female-Liberal (Varlıklı, beyaz, liberal, kadın.) Üzerine çokça yazıldığı için artık kısaltılarak kullanılmaktadır.