Türkiye’de Türk Yok Mu?
Türkiye’de Türk yok lafını mutlaka işitmişsinizdir. Bazen Türkler’den haz etmeyenler Türk kimliğini tahkir etmek için, bazen milliyetçilik karşıtları milli kimliklerin anlamsız olduğunu vurgulamak için, bazen de biraz daha iyi niyetli Türkler herkesi kucaklayan bir milliyetçilik anlayışına dayanak olması için Türkiye’de etnik veya genetik olarak Türkler’in bulunmadığı savını öne sürerler. Her ne sebeple söylenmiş olursa olsun Türkiye’de Türk olmadığı iddiası doğru değil. Sebebini anlamak için önce etnisitenin ne olduğunu anlamak gerek.
Etnisite olgusuna sosyobiyolojist nazariyeden bakanlara göre, etnik grupların temelinde insanların diğerkâm ve nepotist doğası yani akraba seçilimi yatar. Bu eğilim insanların ufak akraba grupları halinde yaşamalarına sebep olmuştur. Bu gruplar da zamanla büyüyerek bugünkü etnisiteleri meydana getirmişlerdir. Örneğin Pierre L. van den Berghe, insanların birkaç bin yıl öncesine kadar ethny adını verdiği, birbiri arasında evlilik bağları bulunan ve ortak soy bilincine sahip ailelerden oluşan birkaç yüz kişilik sosyal gruplar halinde yaşadığını söyler. Bu gruplar genişledikçe basit akraba birlikleri olmaktan çıkıp daha komplike hale gelmeye başladılar. Dolayısıyla etnik grupların tespiti için birtakım etnik işaretler devreye girdi. Bu işaretler çoğunlukla biyolojik değil kültüreldir. Yani etnisiteler biyolojik değil kültürel öğelerle birbirinden ayrılırlar. Bununla birlikte Berghe, etnisitenin temel unsurunun ister gerçek ister varsayımsal veya kurgusal olsun, ortak soy olduğunu vurgular.1
Anthony D. Smith ise etnisitenin altı ana unsuru olarak şunları sayar: kolektif bir özel ad, ortak soy miti, paylaşılan tarihî anılar, ortak kültürü farklı kılan unsurlar, özel bir yurtla bağ ve nüfusun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusu. Bir popülasyon bu nitelikleri ne kadar taşıyorsa ideal bir etnik cemaat olmaya o kadar yakındır.2 Bu tanımlarda ortak soydan gelme inancının biyolojik olarak ortak soy paylaşmaktan daha önemli olduğunu fark etmişsinizdir. Neticede etnisiteler evrimsel olarak açıklayabildiğimiz, doğamıza uygun organizasyon biçimleri olmakla birlikte sosyal yapılardır. Dolayısıyla bir etnisitenin varlığından söz edebilmemiz için biyolojik akrabalıktan daha önce akrabalık şuuruna bakmamız gerekir.
Bu bakış açısıyla Türkiye’de Türk yok mu sorusuna kolayca cevap verebiliriz. Türkiye’de kendisini Türk olarak bilen ve başka bir etnisiteye aidiyeti bulunmayan milyonlarca insan var. Yani Türkiye’de etnik Türkler var ve hâlâ ülkenin çoğunluğunu oluşturuyorlar.
Bu cevabın tatmin edici olmadığını biliyorum. Zira Türkiye’de Türk yok diyenler, Türk kimliğini benimseyenlerin bundan birkaç asır önce dillerini ve dinlerini değiştirmiş çeşitli halkların doğrudan torunu olduklarını, bu topraklara mevzubahis dili ve dini getiren kavimle hiçbir genetik alakalarının bulunmadığını iddia ediyor. İddia ettikleri şey doğru mu? Hayır. Neden hayır dediğimi bilahare daha ayrıntılı açıklayacağım. Ondan önce kısaca etnogenez konusuna değinelim.
Etnogenez etnisitelerin oluşum sürecidir. Etnisiteler bir grubun daha büyük bir gruptan kopması ve/veya iki ya da daha fazla topluluğun birleşmesi sonucunda meydana gelirler. Örneğin İngilizler, Cermen Anglosaksonların Britanya adasına yerleşip buradaki Kelt Britonlar’la karışmasından meydana geldiler. Britonlar’dan önce adaya Gal Keltçesi konuşan Keltler ayak basıp Tunç Çağı Britanya sakinleri ile karışmışlardı.3 Çan Çömlek (Bell-Beaker) kültürünün ardılı olan Tunç Çağı dönemi Britanyalılar’ı büyük oranda Çan Çömlek kültürünün ve kısmen neolitik çiftçilerin genetik mirasını taşıyordu,4 Çan-Çömlek kültürünün kendisi de neolitik çiftçi karışımına sahipti.5 Neolitik çiftçiler de Batı Avcı Toplayıcıları (WHG) ile karışmışlardı.6
Modern Macarlar, Ural Dağlarından kalkıp Panonya havzasını fetheden Macar fatihler ile onlardan önce burada yaşayan halkların karışımından doğdu. Fatihlerin ataları Orta Avrupa’ya gelmeden önce Sarmatlar ve Asya Hunlarından genetik olarak etkilenmişlerdi. Daha da eski ataları ise Mezhovskaya kültürü ile bugün Sibirya’da yaşayan Nganasanların atalarının birleşmesinden meydana gelmişti.7
İran en başından beri Fars değildi. Kabaca özetlersek, Farslar Orta Asya’dan gelen İrani dil konuşan Yaz kültürü ile İraniler’den önce İran’da yaşayanların karışımından tevellüt etti denebilir.8 Yaz Kültürü Andronovo ile BMAC (Baktria-Margiana Arkeoloji Kompleksi) kültürünün karışımından meydana geldi.9 Andronovo kültürleri Sintaşta’nın devamı, Sintaşta ise İp Baskılı Seramik (Corded Ware) kültürünün devamıydı. İp Baskılı Seramik yani Corded Ware ise Anadolu kökenli Avrupalı neolitik çiftçiler ile Batı Bozkır Çobanlarının (WSH) karışımıydı. Bu bozkırlılar da Doğu Avcı Toplayıcıları (EHG) ile Kafkas Avcı Toplayıcıları’nın (CHG) karışımıydı.10
Sözünü ettiğim karışımların heterojen olmadığını hatırlatmakta fayda var. Yani X ve Y grupları karışarak Z grubunu oluşturdu dediğim zaman kast ettiğim şey Z’nin bazı üyelerinin X’in bazılarının Y’nin soyundan geliyor olması değil. Z’nin bütün üyelerinin aynı anda hem X’in hem Y’nin soyundan geldiğini söylüyorum.
Verdiğim yüzeysel örnekler toplulukların karıştığını vurgulamak için yeterli olmuştur diye tahmin ediyorum. Bu durum genelde etnisite, millet, ırk gibi kavramlara düşman olanlar tarafından argüman olarak kullanılır. Tüm bu karışımların saf ırk diye bir şey olmadığını kanıtladığını, dolayısıyla etnisite kavramını geçersiz kıldığını iddia ederler. Halbuki etnisitelerin varlığından bahsetmek için tarihin en başından beri hiç değişmemiş etnisite modelini benimsememiz gerekmiyor. Kavimlerin genetik yapılarının değişebiliyor olması, genetik yapılarının olmadığı anlamına gelmez. Japonlar’ın atalarının adaya ayak bastıktan sonra adanın kendilerinden önceki sakinleri olan Jomonlar’la karışması, demek ki genetik olarak Japon yok çıkarımını yapmamızı gerektirmez. Zira Japonlar’ın Japonca konuşmayan unsurların izini taşıyor olsa da ayırt edici bir genetik profilleri var.
Fakat yukarıda etnisiteleri tanımlarken etnisitenin sosyal bir kavram olduğunu ve ortak soy inancının ortak soydan daha önemli olduğunu söylemiştim. Söylemediğim şey ise akraba olduğuna inanan topluluk üyelerinin birbirleri ile evlendikleri için ve aynı etnogenez sürecinin ürünü oldukları için gerçekten de genetik olarak birbirine yakın olmasıydı. Yani, çoğu durumda, akrabalık ve ortak soy inancı gerçekten akraba olanlar arasında ortaya çıkar veya bu inancı paylaşanları birbiri ile kaynaşmaya iteceği için kendini gerçekleştirir.
Etnisitelerin genetik yapıları esnek olabilir yani bölgeden bölgeye farklılıklar gösterebilir. Hatta genel profile uymayan uç örnekler de bulunabilir. Yine de genel olarak ayırt edici bir genetik profilden bahsetmek mümkündür. Bu profil yukarıda bahsettiğim karışımlara rağmen değil onlar sayesinde oluşur.
Tüm bunlara ek olarak, Britanya adasına ayak basan Anglosaksonların, Karpat Dağlarının çevrelediği ovaları fetheden Macar fatihlerin ve bugün İran dediğimiz platoya yerleşen Proto-İranilerin bıraktığı genetik miras İngilizlerin, Macarların ve Farsların otozomal DNA’nın yarısından azını teşkil ediyor.
Etnik sınıflandırmalar hangi unsurun genetik katkısının yüzdesel olarak daha fazla olduğuna bakılarak yapılmaz. Orta Çağda Balkanların maruz kaldığı Slav göçü yarımadada yaşayan tüm halkların üzerinde genetik iz bıraktı. Bugün Rumenler bu izi Bulgarlar’dan daha fazla taşımasına rağmen11 Bulgarlar bir Slav topluluğu ama Rumenler değil. Niçin? Çünkü Orta Çağ Slavları’nın Bulgar etnogenezindeki rolü ile Rumenler’in ve Yunanlar’ın etnogenezindeki rolü farklı (Bulgarlar etnik isimlerini bir Türk boyundan alıyorlar ama onları Slavlaşmış Türkler olarak nitelendirmek doğru değil). Bu bağlamda etnisiteyi dil gibi düşünebiliriz. İngilizcenin kelime haznesinin ekseriyetinin Latin kökenli olması, İngilizceyi Cermen dili olmaktan çıkarmaz. Çünkü Cermen kökler İngilizcenin çekirdeğidir ve başka dillerle etkileşim ne kadar yoğun olursa olsun İngilizcenin bağlı bulunduğu dil ailesi değişmez.
Bunun gibi, etnisitelerin genetik yapısını oluşturan unsurları iki kategoriye ayırmak mümkün. Birincisi kimliği (ve genelde dili) belirleyen çekirdek veya aslî unsur, ikincisi genetiğin önemli bir yüzdesini teşkil eden ama etnisitenin kimliğini etkilemeyen karışım unsurları veya genetik alt katman.
Birazdan anlatacaklarımın yanlış yorumlanma ihtimalini en aza indirmek için Türkiye ve Türkler ile ilgili olan bu yazının ilk kısmında İngilizler’e, Macarlar’a, Farslar’a, Japonlar’a, Slavlar’a yer verdim. Şimdi asıl konuya girebiliriz.
Türkiye Türkleri’nin etnogenezi, 11. yüzyıldaki Selçuklu ilerleyişi ve onu takip eden bir iki asır içerisinde Türkistan’daki Oğuz Türklerinin Anadolu’ya göç etmesiyle başlar. Oğuzlar, tahmin edebileceğiniz gibi, Anadolu’ya geldikten sonra buradaki yerli ahali ile karıştılar ve bu karışım bugünkü genetik profilimizi ortaya çıkardı. Anadolu’daki Türklerin bugünkü halini alması çok uzun sürmedi. Muğla Çapalıbağ’da bulunan ve 1300-1650 yıllarına tarihlenen örneklerin12 günümüzdeki Muğla Türkleri’ne benzer olması, 14. asırda veya daha öncesinde Türk & Türk öncesi Anadolu amalgamizasyonunun en azından Anadolu’nun batısında tamamlanmış olduğunu gösteriyor. Rumeli iskanları bu tarihten sonra başladığı için Balkan Türkleri, Türk göçü öncesi Anadolulular’ın genetik mirasını taşıyorlar. Anadolu’daki Türklerin etnogenezini Anadolu’yu fetheden Oğuzlar + Türk göçü öncesi Anadolular olarak özetleyebileceğimiz gibi Balkan Türklerinin etnogenezini de Anadolu Türkleri + Balkan halkları olarak özetleyebiliriz.
Velhasıl, Anadolu’yu Türkleştiren Türkler gerçekten de Anadolu’ya yerleştiler ve bölgenin genetik yapısını değiştirdiler. Anadolu Türklerinin eski Anadolular’ın dil değiştirmiş torunları olduğu savı doğru değil. Örneğin günümüzde yaşayan Kırşehirli bir Türk ile yüzyıllar önce aynı yerde yaşamış bir Hitit’in DNA sonuçlarını13 karşılaştıran bir kişi, popülasyon genetiği ile hiç ilgilenmiyor olsa bile aradaki koca farkı fark edecektir.
Anadolu’yu fetheden Türklerin, bugünkü Türklerin genetik yapısındaki payının tam olarak ne kadar olduğunu söylemek zor çünkü bu pay Anadolu’nun her tarafında aynı değil. Ayrıca elimizde Anadolu’ya gelmeden önceki Oğuzlar’a dair yeterli genetik veri yok. Bununla birlikte Batı Türkistan’da bulunan ve genetik olarak Selçuklu Oğuzlarına benzediğini tahmin ettiğimiz Karluk, Kimek, Karahanlı, Batı Göktürk/On-ok gibi Orta Çağ Türklerinden DNA örnekleri var. Bunlara dayanarak Anadolu’yu fethedip yerleşen Oğuzların modern Türklerin çoğunun genetik yapısının yaklaşık olarak dörtte biri ila üçte birini oluşturduğunu söyleyebilirim. Bazı illerde bu oran daha yüksek veya daha düşük olabiliyor. Hatta %50’nin üzerine çıktığı (mesela Bolu’nun bazı ilçeleri) ya da %0’lara kadar düştüğü (Doğu Karadeniz’in bazı yerleri) ayrıksı bölgeler de var.
Yukarıdaki görselde bazı il ortalamalarının, biri Orta Çağ Türkleri öbürü Türk göçü öncesi Anadolu’yu temsil eden örnekler olmak üzere iki bileşenden oluşan genetik modellemelerini görüyorsunuz. Kusursuz olmamakla birlikte Anadolu’nun genetik profili hakkında fikir vereceklerdir. Greek_Cappadocia ifadesi sizi yanıltmasın, İç Anadolu’daki Rumlar genetik olarak Yunanistan Yunanları’ndan epey farklılar çünkü Anadolu’nun Rumlaşması, Türkleşmesinin aksine bölgenin genetik yapısında ciddi değişikliklere yol açmadı. Anadolu’da hiçbir zaman Oğuz göçüne benzer bir Yunan göçü olmadı.
Birçokları ülkenin batısı coğrafi olarak Yunanistan’a yakın olduğu için orada yaşayan Türklerin genetik olarak Yunanlara daha yakın olduğunu düşünür ama bu doğru değil. Genel olarak, Batı Anadolu’daki Türkler, İç Anadolu Türklerinden daha fazla Türkistan kökenli genetik miras taşıyor.
Orta Asyalı Orta Çağ Türklerin modern Türklerdeki genetik izini az bulmuş olabilirsiniz. Başka etnisitelerin etnogenezi ile karşılaştırıldığında bu izin anormal derece düşük olmadığı hatırlatmak isterim. Dünyanın birçok yerinde fatih etnisiteler haleflerine çok iyi korunmuş genetik miras bırakmıyorlar. Modern Britanyalılar’da Anglosakson mirası ortalama %20 ila %40 arasında seyrediyor.14 Günümüz Macaristan’ında ise Macar fatihlerin genetik mirası neredeyse göz ardı edilebilecek kadar düşük.15 Hint-Avrupa kökenli kavimler, Türkler, Fin-Ugorlar gibi nice yayılmacı etnisite, fetih ve göç yoluyla etnik sahalarını genişletmeyi başardı ama bu, genetik yapılarının değişikliğe uğramasına neden oldu.
Genetik yakınlık listelerinin (yukarıda) gösterdiği gibi, bir Anadolu Türkü genelde genetik olarak en çok çevresindeki Anadolu Türkleri’ne yakındır. Çünkü bölgesel farklılıklar olmakla birlikte Anadolu Türkleri benzer bir genetik profil paylaşırlar. Yakınlık listesinde Anadolu Türklerini etnik, genetik ve lengüistik olarak en yakın akrabaları olan Azerbaycan Türkleri takip eder. Hatta yakınlık listeleri ve PCA grafiklerinde Anadolu ve Azerbaycan Türklerinin yer yer iç içe konumlandıkları görülebilir. Listenin daha aşağılarında Kumuk, Karaçay-Balkar gibi coğrafi olarak Türkiye’ye yakın olan diğer Türk halkları ve genetik olarak bir miktar Türk karışıma sahip Kafkasyalı ve İrani halklar bulunuyor.
Görüldüğü gibi Türklerin Yunanlarla çok yakın genetik akrabalar olduğu yanılgısının aksine, Anadolu Türkleri Yunanlara sanıldığı kadar yakın değiller.
Türkiye Türkleri, Türk dünyasının bir parçası olarak düşünüldüğünde akıllara “öyleyse neden gerçek Türkler gibi çekik gözlü değiliz?” sorusu gelir. Evvela gerçek Türk kavramını ele alalım. Türk meta etnisitesine mensup kavimlerin hiçbirisi ön Türklerin genetik mirasını olduğu gibi muhafaza etmiyor. Kazaklar Moğollar’la, Özbekler Moğollar ve İraniler’le, Azerbaycan Türkleri Türk göçü öncesi Azerbaycan ve Batı İranlılarla, Karaçay Balkarlar Kafkas halklarıyla, Türkmenistan Türkmenleri İranilerle, Uygurlar İraniler, Sinitikler ve Toharlarla, Kazan Tatarları Slavlar ve Fin-Ugorlarla, Sahalar (Yakutlar) Tunguzlar ve Moğollarla karışmış halklardır. Türk tarihinin başından beri hiçbir gayri Türk ile etkileşimde bulunmamış “gerçek Türk” kavmi yok. Ayrıca Türkiye Türkleri, Orta Çağ Türklerinin ya da Ön Türklerin genetik mirasını en az taşıyan Türk halkı değil. Türklüklerinin bu kadar sorgulanıyor olmasının sebeplerinden biri, karışım unsurlarının çekik gözlü halklar olmamasıdır. Türkler Batı Avrasyalı popülasyonlarla karışınca genetik yapılarındaki Doğu Avrasya katkısı azaldı ve bu dolaylı yoldan Asyatik fenotipin popülasyon içindeki yaygınlığının azalmasına yol açtı.
Batı Avrasya ve Doğu Avrasya terimleri, isimlerinden de anlaşılabileceği üzere Avrasya’nın batısı ve doğusundaki genetik kümeleri ifade eder. Kafkasoid – Mongoloid ya da beyaz ırk – sarı ırk terimlerinin günümüz popülasyon genetiğindeki politik doğru karşılıkları olarak düşünebilirsiniz. Eski Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de tamamen Doğu Avrasyalı değillerdi. Batı Türkistan’daki Orta Çağ Türkleri’nde (Karluk, Karahanlı, Batı Göktürk/On-ok) Doğu Avrasya katkısı %37-49 arasında değişiyor. DA179 olarak etiketlenen Kıpçak örneğinde ise sadece %25 Doğu Avrasya katkısı mevcut. Öte yandan Doğu Göktürkleri ve muhtemelen Ön Türklerde Doğu Avrasya oranı bundan çok daha yüksekti. Yine de Türkiye Türklerinin etnogenezindeki Orta Çağ Türklerinin Altay’ın doğusundaki Moğolistan bozkırlarından değil Türkistan’dan gelen Türkler olduğu unutulmamalı. Yani bu konuda bizi daha çok Altay’ın batısında yaşayan Orta Çağ Türkleri ilgilendiriyor.
Tahmin edilebileceği gibi fenotip değişimi, genetik yapının değişmesinden kaynaklanıyor. Bununla beraber fenotipin genotipi mükemmel biçimde yansıtmadığı unutulmamalı. Aşağıdaki resimde Akdeniz bölgesinden iki Türk ve onların dodecad k12b hesaplayıcısına göre DNA sonuçlarını görüyorsunuz. İkisinin de Doğu Avrasya (Siberian + Southeast Asian + East Asian) yüzdeleri neredeyse aynı olmasına rağmen fenotipleri arasında uçurum var. Bu, fenotip üzerinden etnisite tasnifi yapmanın ne kadar yanıltıcı olabileceğinin çok güzel bir örneği.
İlginçtir, fenotip meselesi eski metinlerde de karşımıza çıkıyor. Örneğin Yazıcızade Ali, 1423 yılında telif ettiği Tevarih-i Âl-i Selçuk isimli eserinde rivayetlere göre Oğuz kavminin Türkistanda iken Moğollara benzediğini, İran, Rûm (Anadolu) ve Şam’a (Levant) gelince çehrelerinin Tacik (İrani) çehresine dönüştüğünü aktarıyor.16 Gerçekte Moğollar’ın %80+ Doğu Avrasyalı olduğunu göz önünde bulundurursak Orta Çağ Türklerinin genel olarak Moğollar gibi olduğunu söylemek yanlış olur. Benim dikkat çekmek istediğim nokta zaten bu değildi. Bahsi geçen rivayetler, Türklerin soyunun Orta Asya’ya dayanmasının modern dönemde uydurulmuş bir tez olduğunu öne sürenlerin iddialarının tersini kanıtlıyor. 15. yüzyıl Osmanlısı’nda, Türklerin bulundukları yere Türkistan’dan geldikleri, hatta atalarının onlardan daha çekik gözlü olduğu bile biliniyordu. O dönemlerde yazılmış olan Aşıkpazade’nin Tevarih-i Âl-i Osman’ı, Neşri’nin Kitab-ı Cihannüma’sı gibi birçok eserde Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya göçünden bahsedilir. Elbette entelektüellerin yazdıklarından yola çıkarak 15. asırdaki halkın Türklük hakkında ne derece fikir sahibi olduğu konusunda yorum yapmak sağlıklı olmaz ama klasik dönem Osmanlı tarihçilerinin yazdıkları, Türk kimliğinin ve onun Orta Asya köklerinin modern dönemde ortaya çıkmış bir konsept olmadığını gösteriyor.
İnternette insanları popülasyon genetiği hakkında yanlış bilgilendiren haplogrup haritalarına ve DNA testi videolarına da değinmezsem bu yazı eksik kalır.
DNA testleri hakkında bilmemiz gereken en temel şeylerden biri, test türleri ve bunların arasındaki farklardır. Üç ana test türü vardır: Y Kromozomu DNA (Y-DNA), Mitokondriyal DNA (mtDNA) ve Otozomal DNA.17 Y-DNA babadan oğula geçer ve kişinin baba soyunu çok eski zamanlara kadar takip etmemizi sağlar. İnsanların baba soy hatları geçmişe gidildikçe başka insanlarınkiyle birleşir ve uzaktan bakıldığında sayısız dallara ve budaklara sahip bir soy ağacı ortaya çıkar. Bu soy ağacının ana dallarına haplogrup adı verilir.
Haplogruplar, popülasyonların göç rotalarını anlamak için epey faydalı olabilirler. Öte yandan Y-DNA haplogrubunu baz alarak etnisite tasnifi yapmak yanlıştır. Çünkü haplogruplar günümüzdeki etnisitelerden daha eskidir ve hiçbir haplogrup bir etnik gruba özgü değildir. J2 şu etnisitenin geni, R1a bu ırkın geni gibi söylemler gerçeği yansıtmaz. Mesela R1b hem Batı Avrupa’da hem de Asya’nın ve Sahra altı Afrika’nın çeşitli yerlerinde yaygın bir haplogrup.18 R1b haplogrubunu bir etnisite ile özdeşleştirseydik İrlandalıları, Başkurtları ve Kamerun’daki Fulanileri aynı etnik grubun fertleri ilan etmemiz gerekirdi ki bunun ne kadar abes olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca haplogruplar yekpare yapılar olarak düşünülmemeliler. Az önce söylediğim gibi bir ağacın dallarına benzerler ve binlerce farklı alt dala sahip olabilirler.
İnternette dolanan bazı haplogrup haritaları Türkiye’yi bir j2 ülkesiymiş gibi gösterse de haplogrupların hiçbirisi Türkiye Türkleri’nde dominant değil. J2’nin Türkiye Türkleri arasında en çok görülen haplogrup olduğu doğru ama J2 bu çoğulluğu (Turkish DNA Project’in 2023’ün başında paylaştığı verilere göre) sadece ~ %17 ile sağlıyor. Alt dalları dikkate almadan bu haplogrupların ne kadarının Türkistan’dan geldiğini tespit etmek mümkün değil. R1b, R1a, J2, J1 gibi birçok haplogrup hem Türkistan ve Sibirya’da hem de Türk öncesi Anadolu’da bulunuyordu. Y-DNA sonucundan daha fazla bilgi elde etmek için alt dalları da öğrenmemiz gerek.
Mitokondriyal DNA, Y-DNA’ya benzer ancak ondan farklı olarak baba değil anne soyunu takip etmemize olanak sağlar. Otozomal DNA ise kromozomların geri kalanı ile ilgilidir ve hem ana hem baba tarafından aktarılır. Y-DNA ve mtDNA’nın aksine belli haplogrupları yoktur. Bireylerin hangi grubun genetik mirasını % kaç taşıdığını gösteren DNA analizleri otozomal DNA sayesinde yapılır. Bununla birlikte belirli haplogrupları olmadığı için genetik verinin bölündüğü yüzdelik dilimler keyfidir. Daha açık olmak gerekirse, DNA şirketlerinin hepsi aynı sonucu vermez çünkü her biri dünyayı farklı kategorilere ayırırlar ve kategorileri farklı şekilde tanımlarlar. Bir DNA şirketinin Anadolu kategorisi modern Anadolu Türklerini ifade ederken başka bir DNA şirketi Anadolu’yu farklı şekilde tanımlayabilir ya da Anadolu kategorisini hiç bulundurmayabilir.
Ek olarak, otozomal DNA sonuçlarının neticede algoritma işi olduğunu unutmamak gerek. Mesela eğer şirketin Anadolu veya Orta Asya kategorilerinin referans popülasyonları sizin doğu Avrasya kökenli genlerinizi doğru biçimde yansıtmıyorsa, algoritma daha uygun başka bir kategori arayabilir ve soyunuzda hiçbir Japon olmamasına rağmen sizin kısmen Japon olduğunuzu iddia edebilir. O yüzden DNA testlerinde böyle egzotik sonuçlarla karşılaşırsanız, bunları yorumlarken temkinli olmalısınız.19
Doğrusu, keyfilik kaçınılmazdır ve sadece DNA şirketleriyle sınırlı değildir. Kazakların otozomal DNA’sının %65 Han Çinlisi %35 Fransız modellendiği bir akademik makale görebilirsiniz20Elbette buradan çıkarmanız gereken sonuç Kazakların Fransızlar ve Çinlilerin karışımından meydana geldiği değildir çünkü burada Fransız ve Çinli örnekleri Doğu Avrasya ve Batı Avrasya soylarını temsilen kullanılmıştır. Otozomal DNA modellemelerdeki kaynak popülasyonlar (bu örnekte Fransızlar ve Çinliler) her zaman modellenen popülasyonun doğrudan ataları olmak zorunda değil. Ataları ile bir derece ilişkili bir soyu temsil etmek için de kullanılabilirler.
Ben hata payını arttırabileceği için tarihi süreçle bu denli alakasız modellemeler yapmayı tercih etmem ama tercih eden birisinin önünde hiçbir engel yok. Aslında benim Anadolu Türkleri’nin genetik yapısını Anadolu’ya gelen Oğuzlar ve Türk öncesi Anadolular olarak özetlemem de temelsiz olmamakla birlikte keyfi idi. Türk öncesi Anadolu’yu çeşitli gruplara ayıramaz mıydım? Pekâlâ yapabilirdim çünkü Türk göçünden önceki Anadolu’nun genetik yapısı hem bölgelere hem zamana göre değişiklik gösteriyor. Bir popülasyonu, otozomal DNA’yı kullanarak cevabını aradığımız soruya göre farklı şekillerde tahlil edebiliriz. Eğer cevabını aradığımız soru Anadolu Türklerinin hangi Tunç Çağı popülasyonunun genetik mirasını ne kadar taşıdığı olsaydı, Anadolu öncesi Türk + Türk öncesi Anadolu formülü işe yaramaz olacaktı ve ben daha fazla bileşene sahip başka bir formül sunacaktım.
Demem o ki, DNA şirketlerinin sunduğu, “bu kullanıcı yüzde şu kadar X” gibi sonuçları gördüğünüzde X etnisitesinin ya da bölgesinin tarihin en başından beri değişmeyen bir geni varmış ve DNA testleri bu geni ölçüyormuş sanmayın. Otozomal DNA üzerinde oynanabilir bir soy testi türü. Bu onu hem çok yararlı hem de manipüle edilmeye müsait kılıyor.
Mamafih, DNA testlerinden yararlı bilgi elde etmek de mümkün. DNA şirketleri kendi sonuçlarının yanı sıra size genetik ham verinizi de sunarlar. Bu ham veriyi Gedmatch bünyesindeki hesaplayıcılar (mesela yukarıda örneğini verdiğim dodecad k12b) sayesinde şirketlerinin yanlılığından azade bilgi edinmek için kullanabilirsiniz. Daha anlaşılır sonuçlar istiyorsanız yine ham veriniz sayesinde Illustrative DNA’den faydalanabilirsiniz. Bunlar size DNA şirketlerinden daha güvenilir sonuçlar sunacaktır.
Özetle, etnisite tamamen genetikten ibaret olan biyolojik bir kavram değildir. Etnisiteler birbirlerinden keskin genetik bariyerlerle ayrılmazlar, kendilerine özgü genleri yoktur ama yaşadıkları tarihi sürecin bir yansıması olan genetik profilleri vardır. Bu sayede bir Türkün DNA sonucunu bir Yunan’ın DNA sonucundan ayırt etmemiz hiç zor değil. Tıpkı etnisitelerin dillerinin zaman içerisinde değişmesi gibi genetik profilleri de değişebilir. Bu yüzden Türkiye Türklerinin, Anadolu’ya göç etmeden önceki atalarıyla aralarında genetik farklılıklar var, ama bu farklılık kopukluk olarak anlaşılmamalı. Tersine, Orta Çağ Türkistan Türklüğü ve Türkiye Türklüğü arasında bir devamlılıktan söz edebiliriz. Çünkü Anadolu’nun Türkleşmesi, az sayıdaki elitin Anadolu ahalisine Türkçeyi ve İslamiyeti dayatması yoluyla olmadı. Kalabalık bir nüfus kitleler halinde Anadolu’ya yerleşti ve bıraktıkları genetik miras bunu kanıtlıyor. Kısaca, Türk göçü gerçek ve Türkiye Türkleri’nin etnik kimliklerinin temelini oluşturuyor.
Yazar: Karaçar Menteş
Editör: Fahri Sağyürek
Pierre L. van den Berghe, "The ethnic Phenomenon", (Praeger Publishers, 1987) 240. Etnisitelere dair sosyobiyolojik bakış açısı için R. Paul Shaw, Yuwa Wong – “Genetic Seeds of Warfare: Evolution, Nationalism, and Patriotism” kitabına da bakabilirsiniz.
Anthony D. Smith, “Milli Kimlik”, çev. Bahadır Sina Şener, (İletişim Yayıncılık, 1994) 42
Peter Nimitz “Storms Across the Channel”,
David Reich “Who We Are and How We Got Here” (Oxford: Oxford University Press, 2018) 115
Inigo Olalde, vd. “The Beaker Phenomenon and the Genomic Transformation of Northwest Europe.” Nature 555, no. 7695 (March 8, 2018): 190-196–196. doi:10.1038/nature25738.
Brace, Selina, vd. 2019. “Ancient Genomes Indicate Population Replacement in Early Neolithic Britain.” Nature Ecology & Evolution 3 (5): 765–71. doi:10.1038/s41559-019-0871-9.
Zoltán Maróti, vd, "Whole genome analysis sheds light on the genetic origin of Huns, Avars and conquering Hungarians", bioRxiv (Ocak 20, 2022). https://doi.org/10.1101/2022.01.19.476915
Nezih Seven, "Genetic Impact of Iranic and Turkic Expansions from Central to West Asia"https://nezihseven.substack.com/p/genetic-impact-of-iranic-and-turkic#footnote-6-45001755
Guarino-Vignon, P., N. Marchi, J. Bendezu-Sarmiento, E. Heyer, and C. Bon. “Genetic Continuity of Indo-Iranian Speakers since the Iron Age in Southern Central Asia.” Scientific Reports 12, no. 1 (December 1, 2022). doi:10.1038/s41598-021-04144-4.
Peter de Barros Damgaard “The First Horse Herders and the Impact of Early Bronze Age Steppe Expansions into Asia.” The First Horse Herders and the Impact of Early Bronze Age Steppe Expansions into Asia ’ , Science , Vol. 360 , No. 6396 , 1422 , 2018. https://search.ebscohost.com/login.aspx?direct=true&db=edsoai&AN=edsoai.on1322712956&site=eds-live.
Inigo Olalde, vd. “A Genetic History of the Balkans from Roman Frontier to Slavic Migrations.” Cell 186, no. 25 (Aralık 7, 2023): 5472–5485.e9–5485.e9. doi:10.1016/j.cell.2023.10.018.
Iosif Lazaridis, vd. “The Genetic History of the Southern Arc: A Bridge between West Asia and Europe.” Science 377, no. 6609 (Ağustos 26, 2022). doi:10.1126/science.abm4247. Data S1 to S5
Örnekler Turkish DNA Facebook grubundan alınmıştır
Stephan Schiffels, Wolfgang Haak, Pirita Paajanen, Bastien Llamas, Elizabeth Popescu, Louise Loe, Rachel Clarke, et al. “Iron Age and Anglo-Saxon Genomes from East England Reveal British Migration History.” Nature Communications 7, no. 1 (January 1, 2016): 1–9. doi:10.1038/ncomms10408.
Kristiina Tambets, vd. “Genes Reveal Traces of Common Recent Demographic History for Most of the Uralic-Speaking Populations.” Genome Biology 19, no. 1 (September 1, 2018): 1–20. doi:10.1186/s13059-018-1522-1.
Abdullah Bakır, “Yazıcızade Ali’nin Selçukname İsimli Eserinin Edisyon Kritiği”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2008, 4
“Understanding genetic ancestry testing”, University College London, https://www.ucl.ac.uk/biosciences/understanding-genetic-ancestry-testing
Maciamo Hay, “Haplogroup R1b (Y-DNA)”, Eupedia https://www.eupedia.com/europe/Haplogroup_R1b_Y-DNA.shtml
Charles Murray – “Human Diversity: The Biology of Gender, Race, and Class” kitabında Pakistanlılarda Samoa mirası çıkması örneği verilmişti
Bahsettiğim makale Jing Zhao, “Genetic substructure and admixture of Mongolians and Kazakhs inferred from genome-wide array genotyping”